İmam Hatip okulunda talebeyiz, sanat tarihi öğretmenimiz rahmetli, benim bu yazıda sözünü edeceğim kabrin sahibini bize tanıtıyor diyor ki; “Alevi Taaarikatı yeni kurulmuş ter u taze bu kabrin sahibi…”
Sözü edilen kabir yıkılmış. Fakat park yapılırken kabrin tavanı (kubbe veya kümbeti) delinmiş, ne ise etrafına bir demir tarabzan çekildi ve üzerine de “Alevi Sultan Türbesi” yazıldı. Yıllar sonra bir gazeteci ve şair, buradaki yanlışlığa işaret etti, uzunca bir şiirle de akrabası olan bu merhum kabir sahibini anlattı. Meğer adı Ulvi Sultan imiş. Ne Alevi, ne bi şey. Kaldı ki Alevilik taaaarikat da değil. Kelimeyi öğretmenimizin söylediği şekilde yazdım, Allah ona da rahmet eylesin.
Biz burada bir türbe olduğunu zannederdik. Yirmilerde çekilmiş bir fotoğraf bize orada bir türbe ve bir de belki mescit kubbesi olduğu fikrini verdi. Türbe Konya’da emsallerini Musalla’da ve Selçuklu kabirlerinde gördüğümüz iri ve kubbeleri konik kabirlerden idi. Fakat çok büyük olan diğer yapının kubbesi bize sanki küçük bir Selçuklu mescidi fikrini vermektedir.
Alaaddin’den aşağıya inen sonradan açılan bu yol, bir çok medresenin ve tarihi yapının yok olmasına sebep olmuştur. Konya’nın o günlerini bilenler, “Medreselerin dağılma zamanı, yollar babaca tarlalarına dönerdi” derlerdi. Papatya tarlası gibi olan görüntü, başlarında sarıklarıyla evlerine gitmek veya camiye gitmek için okuldan dağılan öğrencinin çokluğunu anlatır. Erzurum Hınıs’tan Konya’ya küçük yaşta gelen bir hocamız ise, Büyük Postahanenin yerinde bulunan ve yıkılan bir kerpiç medrese odasında kaldıklarını anlatırdı. Kayalıpark, bankaların yerleri, PTT binası, yanındaki yerler, hükümet binasının yeri, Şerafettin Camii etrafı hep bu okullarla dolu imiş.
Şimdi bir kazı yapıldı, türbenin temeline inildi, fakat etrafı kuşatıldığı için yapılanlar görülmedi. Sonra da üzeri bir geçici tedbirle örtüldü ve etrafına da demir parmaklıklar konuldu. Bu mekan öyle gösteriyor ki aslına döndürülürse, oldukça rahat bir mescit ve bir Selçuklu türbesi ortaya çıkaracaktır. Türbenin büyüklüğü, tıpkı Şerafettin camiinin kıblesindeki kadar görünmektedir. Bazen Sultan Selim’e uğrar, orada çalışan ustalara takılırım, “Çok emek çektiniz, bir türlü yıkamadınız!”. Onlar da latifeye aynı şekilde cevap verirler.
Son gidişimde, camiye girdim, fakat içerisi hep tahta iskele dolu. Yazılara dokunulup dokunulmadığını aradım, göremedim. Bir Mevlevi Hattatın eseri olan yazılar, eğer gider, yok olursa çok acırım. Vaktiyle Şerafettin’e sahip çıkmadık, böyle yok olup gitti. Araplar Akcami yazıları da aynı şekilde yok edildi. 1944 yılından bugüne Türbe önünün aldığı şekil bana göre oturup düşünmemiz gereken bir acılıkta ve garipliktedir. Gidenler mi iyi idi, yerine konanlar mı? Bilemem. Allah iyi günler göstersin, amin.