Ülkemde bu sene tarımsal üretim için hiç de iyi bir sezon olmadı. Önce ilkbaharda kuraklık, ardından gelen aşırı yağışlar, devamında yüksek sıcaklıklar sezonu menfi yönde etkiledi; hububat hastalandı, ayçiçeği gelişemedi, mısırda döllenme problemi oldu, meyveler de gelişmesini erken tamamladı; daha da ötesi birçok kötü neticeler bir arada.
Devamında kuraklığa bağlı olarak yeraltı sularının çekilmesi, yerüstü suların yağışlara ve yeterince birikmeyen karlara bağlı olarak azalması gibi konular üretici ve siyasileri bu konuda alarm vererek uyandırdı diyebiliriz.
Geçen hafta hem sanayici, hem çiftçi ve iyi bir işletmesi olan bir dostumla birarada idik. Aynen şöyle dedi “tarımı çok seviyorum, işletmemi büyütmek istiyorum ancak yağışlara ve su varlığına güvenim kalmadı, bu sebeple yatırım yapmaya korkuyorum”.
Bu sızlanmaya nasıl cevap verilir doğrusu bilemedim. Düşündüm ki, “parası olanlar, iş adamları tarımı elzem görüyorlar, tarım olmadan ne devlet ne de gelecek garantisi olmaz” diyorlar. Anlaşılan tarıma profesyonel bir anlayışla girmek istiyorlar. Su konusunda korkuları ve şüpheleri yüzünden de tarıma büyük çapma girmekten korkuyorlar, anlaşılan.
Bu konulardan haberi olmuş olmalı ki, yeni Tarım Bakanımız yıllardır konuşulan üretim planlaması yapma ile ilgili kararlar alma ihtiyacı duymuş. Sayın Yumaklı Bakanımıza diyecek yok ancak bürokratlar için ifade edeceğim üretim planlaması değişik tarihlerde, her bakan değiştiğinde dile getirildiğidir.
Bu projeyi 2002 de ilk dillendiren ve amacını yazan ben idim. Tabii ki bir ekiple çalışmıştım. O zaman da havza projesi olarak ele almıştık ve özellikle sulu alanlarda 4’lü münavebe sistemi uygulayarak ülkem için en önemli ürünler üzerinde durmuştuk. Sonra ki dönemlerde proje isimleri “Milli Tarım”, ardından “Sınırsız Köy”, döndü dolaştı şimdi de oldu adı “Tarımsal Üretimin Planlanması” oldu.
Bu isim değişikliklerine diyecek yok, ne yapılmak istendiği önemli. Yapılacak olan eski yazılanları taklit etmekse bunun bir anlamı yok. Aksi “benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” olur. Yapılacak olan özellikle yerinde gerçekleri görerek çözüm ise başarılı olur. Yani Konya havzasını Aksaray’dan Toroslara, Karamandan Ankara sınırı-Kulu ve Eskişehir sınırı Emirdağ ’a kadar almalılar. Yönetmelikte “havza” ifadesi ve tarifi geçiyor (bu konuyu ve Milli Üretim Projesini başka bir yazıda ele alacağım).
Konu geçmişte değişik isimlerle ele alınsa da aslında uygulaması geç kalmış bir konudur. Şimdi geçmişi bırakalım, geleceğe bakarak mevcut durumumuza (iklim değerler, su rezervleri, ülke ihtiyacı) esas alan ve ülkesel durumumuzu, potansiyelimizi da bilerek uygulamaları ona göre yapalım derim.
Bu uygulamada esas olarak iki önemli başlık öne çıkıyor; biri sulama suyu rezervleri, diğeri üretim yapımız (işletme yapımız demiyorum, zira Ülkemde tarım işletmesi olan çok az yer var). Bu tespitler doğrudur be üretim veya ürün planlaması bu iki ana sıkıntılı konuları öne alarak yapılmalıdır.
İşin gerçeğinde bu varken sulama suyunu ve işletme yapımızı göz ardı ederek üretime aynı bitkilerle devam edilecekse bir anlamı yok, neticeye gidilemez. Soru; Orta Anadolu’da şeker pancarını, mısırı, yoncayı, ayçiçeğini yasaklayacak mısınız? Yasaklanırsa yerine ne konulacaktır, bilinmelidir.
Adı ürün olmuş, üretim olmuş çok da önemli olmasa da ne yapılacağı bilinmeli ve işin uygulamasında ana pay sahibi olan üreticiye şimdiden gidilmeli ve yapılmak istenene göre ikna edilmelidir. Hele bir başlayalım devamı gelir fikri bu proje ve uygulamada geçerli olmamalı, olamaz da.
Hayırlısı olsun diyelim ve bekleyelim. Sağlıklı ve bereketli bir sene dileklerimle.