Bir grup öğrencimle sohbet ederken tarımla ilgili çeşitli sorularla karşılaştım. Konu döndü dolaştı sonunda üretim-tüketim dengesi ağırlık kazandı ve enteresan sonuçlara vardık.
Şimdi kendimize bir fert olarak soru soralım. Belli bir işiniz yok, enerjiniz var ama çalışmıyorsunuz, ailenizden yardım alıyorsunuz ancak onlara yaptıkları işler konusunda hiç bir emek vermiyorsun. Yiyeceğiniz, giyeceğiniz, seyahat, eğitim masraflarınız onların üzerinde. Üstelik onların alın teriyle kazandıkları tüm mal ve değerleri doğru dürüst kullanmıyor, hatta israf ediyorsunuz.
Anne veya babanızın “çalışmıyorsun bari israf etme” çağrısına isyan ediyor mezara mı götüreceksin” diye bir de çıkışıyorsun. Baba da şirazeden çıkıyor ve bir tokat atıyor veya azarlıyor. Bu sefer de kendi yaptıklarınızı görmüyor, bir de babayı suçlayarak “sen ne biçim babasın” çıkışıyla isyan ediyorsun.
Hayatın kısa bir bölümünü aldığım ve tüm insanlığa örnek olacak bir davranış biçimi sergileyen bu evlada söylenecek çok şey var ama en önemlisi “üretmeden- tüketmek” olmalıdır. Öyle ki, bu evlat hatasını kabul etmediği gibi, babaya isyanıyla da topluma kötü bir örnekler sergilemektedir.
Üretmeden tüketmek insana yakışan bir hal olamaz. Bir hayvan bile en azından toplayarak da olsa yediğinin karşılığını et-süt, yumurta gibi gıdalarla geri vermektedir. Nasıl oluyor da bir insan üretmeden tüketme anlayışını kabulleniyor ve hazmediyor, aklım almıyor.
Son zamanlarda ülkem insanının birçok ferdi bu halde yaşar durumdadır. Geneli düşünürsek, üretim yapmadan nasıl hakça yaşanır, tüketilir, nasıl bir düzen oluşur, nasıl bir sonuca gidilir, sorgulanmalıdır. Evde, pazarda, markette bir sürü aylak gezen veya ellerinde çantalarda gücünün yettiği kadar taşıdığı yiyecek ve giyeceklerin, nasıl ve hangi emekle, kimler tarafından üretildiğini sorgulamaz.
Devamında bırakın emeğe saygıyı, bir de şikâyet etmektedirler; “neden ucuz- neden pahalı, neden iyi, neden kötü”, gibi. Bu sorgulayıcılar bazen öyle bir noktaya geliyor ki, üretmek suçmuş gibi bir tavırla başlıyor ahkâm kesmeye. Satın aldığı ve tepe tepe, ağzından akıtırcasına kullandığı malı bir de kendisi fiyatlandırıyor, bazen beğenmiyor. Daha da ötesinde ülkede üretilenler ve satışa sunanları neden devlet pazarcılık (tanzim satış) yapıyor, neden pazarcı çevreyi kirletiyor veya pahalıya veriyor gibi suallerle sorgulama da yapıyor.
Üreten zaten hiç memnun değil. En çok kazandığı zamanlarda bile memnun olamadı bir türlü. Aslında en zor işi üretenler yapıyor. İşin temelinde üretileni satışa sunan aracılar (kabzımal) en memnunu. İşin raconu da bu, dünyanın her tarafında işler böyle yürür, ancak bu kadar fahiş fiyatlarla satışa sunulmaz
Tüm bu şikayetler üzerine devlet bir deneme yapmış, aracıyı aradan kaldırarak, doğrudan tüketiciye ulaşmanın yolunu açmış. Üretici de parasını tıkır tıkır alıyor. En çok memnun olması da gerek o.
Değişik bir toplum olduk. Adalet ve merhamet gibi değerlerimizi yitirdik, anlayışımızın tamamını ifade ettiğim gibi yabanda yayıldığı otlarla o insana ikramda bulunan hayvan bile bir sunumda bulunurken, bu insanın kendini üretimden-tüketime geçen süreçte durumunu sorgulamaması tuhaf değil mi?
Pazarda elinde en pahalı sigarasını tüttüren bir adamın “2 bin TL ile geçinilir mi kardeşim” diye yüksek sesle itirazına karşılık, yanındaki arkadaşının, “hadi len oradan, mirasyedi yaramaz” dediğini duydum. Demek ki bu da üretmeden tüketenlerden biri ki, ortaya koyduğu davranış biçimi ile bir inek kadar olamıyor. Sorgulamamız, üretime ve üreticiye saygılı olmamız, her ne şekilde olursa olsun, tüketime sunanlara da teşekkür etmemiz gerekir.
Seçim sürecinde tanzim satışlardan en çok şikâyet eden, siyaseti domates-patlıcan-biber zemininde sulandıran muhalefet adayları, şimdiden programlarına “tanzim satış” ağını koymaya başladı bile. Belediyelerin önemli görevlerinden biri olan pazar yerlerinin, üretici-tüketici ağının buluşma yeri değil mi ki, bu durumu tanzim satışlarla resmi kuralara bağlayanlardan şikâyet edilir. Ha, yönetimler de ipin ucunu kaçıracak şekilde “sırf siyaset olsun diye” pazarlama politikalar üretmemelidir.