1945’te Türkiye’ye sığınan 150 Türk’ün sığınma taleplerinin kabul edilmeyip tekrar iade edilmeleri ve dolayısıyla sınırda kurşuna dizilerek katledilmelerini konu edinen ve onların aziz hatırasına 1977’de çevrilen “Güneş Ne Zaman Doğacak?” filmini izleyenler hatırlarlar; o soydaşlarımızın, Türk vatandaşlığına kabul edilebilmek için iltica taleplerini dört gözle ve heyecanla nasıl bekledikleri gözlerimizin önünde bir film şeridi gibi canlanıyor…
***
1993-1996 yılları arasında Konya valiliği yapan Atilla Vural döneminde Ahıska Türklerinden bir grup gelmişti şehrimize. Onlardan önce Kuzey Irak’tan Türkmen soydaşlarımız gelmişti. Bu kardeşlerimizin çoğu kimya mühendisi idiler. En az üç lisan biliyorlardı. Bu soydaş ve dindaşlarımız o yıllarda ve senelerce Türk vatandaşlığına kabul edilmeyi hayal etmişlerdi de, kabul edilmemişlerdi. Özal döneminde Irak’tan gelen Türkmen ve Afgan kardeşlerimiz de çok beklemelerine rağmen havalarını almışlardı. Irak’tan gelen o mühendis Türkmen ailesi, yetkililere o kadar yalvarıp yakarmalarına rağmen Saddam zâlimine iade edilmiş ve çok geçmeden şehit edildikleri haberleriyle yüreğimiz kanamıştı!
***
İstiklâl Mücadelesinden çıkmış ve Lozan’da pek çok hakkı olmasına rağmen Kerkük ve Musul petrollerinden bile İngiliz desiseleriyle vazgeçen yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nüfusu o 1927’de yapılan ilk nüfus sayımında 13,6 milyon civarında idi. 1955’de bu sayı 24 milyona, 1985’de ise 51 milyona ulaşmıştı. 2000’de ise 67,8 milyona çıkmıştı. 1923’te Yunanistan’la aramızda bir nüfus mübadelesi yaşandı. Türkiye’nin ekseriyetini meydana getiren Müslümanlar Lozan Antlaşması'nda tek bir etnik-dini grup olarak kabul edildiğini de buradan hatırlatmak isteriz.
***
Kanlı Balkan Savaşları 29 Haziran 1913’te başlamıştı. Balkan bozgunundan henüz çıkan Osmanlı topraklarına ve Edirne’ye doğru büyük bir göç başlamıştı. Ne bu göç ne de Balkan Harpleri, bizim tarih kitaplarımızda fazla yer bulmadı. Balkan Göçleri bizim insanımıza pek anlatılmadı, anlatılmak istenmedi. Balkanlardan yurdumuza sığınan soydaş ve dindaşlarımızı dinlediğimizde ise, gördükleri zulümler karşısında tüylerimiz diken diken olmuştu. Buradan Yunan ve Bulgar komitacılarının zalimliklerini anlatsam sayfalar kifayetsiz kalır. Suriyeli göçmenlerin yaşadıkları, Balkanlar’dan Osmanlı topraklarına göçen soydaşlarımızın yaşadıklarının yanında hiç kalır hiç! Benim atalarım ise 93 Osmanlı-Rus harbinde, önce Balkanlara ve sonra Türkiye’ye göç edip gelmişlerdi. 1914’te Osmanlı’nın üzerine üşüşen Haçlı Ordularına karşı, Şam, Halep, Bağdat, Yemen, Trablusgarp ve diğer Osmanlı coğrafyasından Çanakkale’yi savunmak için gelenlerle birlikte 250 bin şehidimizle; “Çanakkale Geçilmez!” destanı yazılmıştı. II. Cihan Harbine katılmadık ama nüfusumuzun azlığı sebebiyle kıtlık, yokluk ve hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmıştık.
Lozan Antlaşmasıyla birlikte T.C. Devleti hükümetleri, Dış Türklere ve hatta Ortadoğu’daki Müslümanlara dahi kapılarını kapatmak zorunda kalmıştı. 1977’lerde Ülkücülerin dünyasında “Dış Türkler” davası başlamıştı. Mustafa Cemiloğlu’nun Sibirya zindanlarında başlattığı ölüm orucu bizlerde büyük heyecan uyandırmıştı.
(Devam edecek)
AZİZİM DİYOR Kİ…
Ramazan Bayramı’nın ilk gününden itibaren Konya’nın en işlek caddeleri ve bulvarı olan Alâeddin Tepesi, Zafer ve civarı en sakin günlerini yaşadı. Geçtiğimiz Ramazan bayramında olduğu gibi.
Konya bu Ramazan Bayramı’nda sanki boşalmıştı. Sokak ve caddelerin in cin top oynuyordu! Konyalılar, Selçuklu’dan bu tarafa payitahtın sayfiye yeri olan Alania’ya akmış ve kendilerini ailecek Antalya sahillerine atmışlardı…
Bayram sevincini yaşayıp yaşamadıklarını bilemiyorum ama ben, ailemler birlikte Şehr-i Mevlâna’da kalmak suretiyle o sevinci yaşayanlar arasında yer aldım.