İnsanlar sıkça şahit olduğu olaylara karşı alışkanlık kazanırlar. Belli bir zaman içinde bu alışkanlık öyle bir duruma gelir ki, ilk gördüğünde kendisinde şiddetli bir şaşkınlık ya da tepki oluşturan olaylar, bir süre sonra çok olağan konulara dönüşebilir
Dünya üzerinde süren savaşlar ve çatışmalar da böyle olayların en önemli örneklerindendir. Bir ülkede bir işgalin, katliamın veya soykırımın başlaması önce dünyada büyük bir tepki oluşturur. Örneğin Arakan'da ilk olayların başladığı günleri düşünelim, ya da Suriye'yi, Filistin'i... Yakın zamanda babasının kucağında İsrail askerlerinin kurşunlarına hedef olan Filistinli çocuğun görüntüsü, odalar dolusu katledilen suriyeli bebekler, Arakan'da büyük bir soykırıma maruz kalan müslüman kadınlar, yaşlılar, gençler...
İnsanlar, bu görüntüleri gördükleri ilk günlerde içlerinde duydukları tepkiyle nasıl yardım edebilirim diye düşünmüş ve bu niyetlerini sık sık dile getirmişlerdir. Fakat peş peşe devam eden olaylar zaman içinde dikkatlerini çekmez hale gelir. Her gün yeni kişiler ölür, kadınlar tecavüze uğrar, çocuklar kurşunlara hedef olur, mayınlara basıp kolunu ya da bacağını kaybeder... Ancak insanların ilk günlerde verdikleri tepkiler zamanla yerini duyarsız katı bir kalbe bırakır. Hatta gazetelerde ve haber sitelerinde, savaş haberlerinden çok hemen yan sütunda yer alan magazin içerikli bir haber ilgilerini çekebilir. Çünkü Filistin'de, Arakan'da, Irak’ta, Suriye^de ya da Doğu Türkistan'da her gün birkaç kişinin ölmesi, neredeyse "olağan bir haber" haline gelmiştir.
Diğer taraftan bu vahşetleri sanki makul birer siyasi gelişme ve bir olay gibi gösteren bir propaganda da insanların gözünü boyar. Bu yüzden birçok insan, Arakan'da yaşanmış olan büyük katliamı Burma'nın bir iç sorunu, Filistin'de yaşananları İsrail ile Filistin arasında bir toprak mücadelesi, Bosna halkına yönelik Sırp zulmünü ise Yugoslavyanın dağılmasının doğal bir siyasi süreci olmasından kaynaklanan bir problem olarak düşünebilirler. Tarihi ve ekonomik nedenlerin de çatışmaların meydana gelmesinde etkili olduğu da doğrudur. Fakat yakın geçmişte Arakanlıların bazı Budist yönetimden gördüğü baskının, Ortadoğu'da yaşanan çatışmaların, Afrika'daki Müslüman halkların maruz kaldığı şiddetin, Balkanlar'daki Müslümanların tüm dünyanın gözleri önünde gördükleri şiddetli baskının ve uygulanan etnik katliamın tek nedeni ekonomi ya da iç sorunlar değildir. Bu insanların Müslüman olmaları bu çatışmaların ilk nedenlerinden birisidir.
Bu insanlar Allah'a iman ettikleri, hayatlarını inançlarına göre yaşamak istedikleri ve çocuklarının da inançlı kimseler olmalarını amaçladıkları için baskılara maruz kalmaktadırlar.
Bütün bunlara rağmen bazı insanlar bu ülkelerde yaşananlar hakkında hiç bilgi sahibi değildir. Hatta birçok ülkenin adını dahi bilmezler. Sudan'da, Cezayir'de, Endonezya'da, Patani'de, Burma'da, Cibuti'de, Mısır'da, Bangladeş’te yaşayan Müslümanların karşı karşıya bulundukları zorlukların, zulümlerin, her gün bir yenisi gerçekleşen terör eylemlerinin, açlığın ve fakirliğin farkında dahi olmayan bir insanın durumu çok daha düşündürücüdür. Çünkü bu insan, varlıklarından haberdar olmadığı zülum gören kişilere yardım elini uzatması mümkün olmaz. Dünyadaki zulüm ve haksızlıkların farkında olan insanlar da vardır. Fakat zülme uğramış insanlara yardım edebileceğini, zulmün engellenmesi için çaba sarf edebileceğini hiç düşünmezler. Hatta hiçbir şey yapamayacağı konusunda kendisini o kadar şartlamıştır ki, ne okuduğu haberler ne de gördüğü görüntüler vicdanında hiç bir etki oluşturmaz.
Oysa iman eden bir insan, her duyduğundan ve her gördüğünden sorumludur. Allah Kuran'da Müslümanlara şöyle seslenmektedir:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Allah'ın ayetteki emrinden haberdar olan iman ve vicdan sahibi kişilerin olan bitenlere gözlerini kapamaları, olayları görmezlikten gelmeleri mümkün olmaz. Bir Müslümanın dünya üzerinde şiddetli bir zulüm devam ederken, rahat yatağında umarsızca uyuyamaz, boş işlerle oyalanamaz, yalnızca kendi eğlencesini ve çıkarlarını düşünemez. Çünkü müslüman bir insan savaşların, katliamların, zulmün, açlığın, ahlaki çöküntünün, kısaca dünyadaki tüm sorunların ana çözüm yolunun Kuran ahlakını insanların benimsemesi olduğunu bilir. Kuran ahlakını yaymak ve dinsizliğe karşı fikri bir mücadele yürütmek... mazlumların sesi olmak gibi !
Dolayısı ile dünyanın bu devir, gaflete kapılmaya, sessiz olmaya, umursuz davranmaya, dünya hayatını amaç edinmeye, anlamsız tartışmalarla vakit geçirmeye uygun bir devir değildir. Milyonlarca Müslüman bu kadar büyük bir zulüm ve baskı altındayken hiç bir çaba içerisinde olmamak, çok büyük bir vicdansızlık olur. Bu sessizliğin ve umarsızlığın vebali de ahirette büyük olacaktır.