İnsanımız geçirmiş olduğu bu sıkıntılı dönemde halini anlasınlar diye, anlaşılsın diye o kadar değişik ve etkili bir şekillerde anlatmaya çalıştı ki, bu konu bundan daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki, diye şaştı kaldı herkes!
Nasıl mı?
Millet diyor ki, benim halim;
Hiçbir yeri tutmayan,
Tamirci yüzü görmemiş,
Rektefe olmaktan nasipsiz,
Çalışırken dahi sarsılmadık yeri kalmayan bir kamyon misali…
Kamyonda ne şanzıman kaldı, ne diferansiyel!
Baskı-balata dağıldı!
Vitesler sıyırıyor!
Lastikler kabak!
Hani ne var ki ortada diyorlar ya…
Daha da ne olacaktı ki…
Görmek istemeyen görmedikten, duymak istemeyen duymadıktan sonra…
Halim ortada işte!
Hâlâ da deniyor ki, bana dön, bana bir bak!
Baktım sana, ne olacak?
Ben baktım diye, bu haldeyim diye, el mi uzatan oldu, tut elimi diyen oldu da ben mi duymadım? Dinleyecek olana dahi hasretim, hasret! Daha da ne desin bu millet?
*****
Milletin bağrı yanmış, ciğeri yanmış, içi nasıl soğusun!
O kadar çok şeyi içine attı ki…
Kalp ne yapsın? Nasıl dayansın?
Doktorların bir çırpıda saydığı o kronik rahatsızlıklar var ya…
Bunlar durup dururken olmadı…Durup dururken kronikleşmedi!
Sadece Virüs ve varyantlarından göçüp gitmiyor insanlar!
Kalp bahane, tansiyon bahane, stres bahane, çaresizlikler, üst üste gelen maddi-manevi sıkıntılar bahane…
“Ecel gelmiş cihane, baş ağrısı bahane” derler ya, işte öyle bir şey…
Milletin başından geçmeyen kalmadı, sel gördü, deprem gördü, yangın gördü, enflasyon gördü, varyantlarıyla birlikte tam bir baş belası olan virüs gördü.
Neredeyse turp gibisin , daha ne gördün ki, başına ne geldi ki, senin hiç bir şeyin yok, bırak sızlanmayı, şikayet etmeyi diyecekler…
*****
Gönlümüz hem temiz hem de saf…
Kızmamız saman alevi,
Parlayıp geçiveren cinsinden…
Yüzümüz yumuşak,
Kalbimizde kucak kucak af!
Nerde bizi teselli edecek, yarım elma gönül alma babında söylenecek laf?
Yalandan dahi gönlü alınmamış, kalbi kırık, hayal kırıklıkları içerisinde aylar geçiren, olmayan bir ümide sarılıp kalan insanlarız biz!
Milletin hali hal değil amma, milletin içine inen yok, karışan yok, arasında dolaşan yok!
İnenleri, dolaşanları dinleyen yok!
Ulaştıran yok!
Milletin hali, derin bir yoksulluk!
Ne kadar derin? Ne siz sorun, ne biz söyleyelim! O derinliği bilemiyoruz!
Derinlik, dolarla birlikte derinleşiyor!
Derin sularda, su yüzüne çıkma ümidi olmadan yaşamak mümkün mü?
*****
Dolara ve altına bakarsanız ne satın alma gücümüz kalmış, nede yarına dair bir ümidimiz!
Enflasyona ezilmeyen kim kaldı diye etrafımıza bakıyoruz!
Ezilen ezilene…
Enflasyon beli ki, hiç bu kadar mutlu olmamıştı…
Tek başımıza, mücadele etmekten, karşı koymaktan, karşı durmaktan, savaşmaktan fena halde yorulduk!
Hal ve gidişten memnunmuşuz!
İyi de bu memnuniyetten neden bizim haberimiz yok!
Memnun olup olmadığımızı dahi bilemiyoruz öyle mi?
Bu hali yaşayan kim? Bu halin içinde yanan, kavrulan, savrulan kim?
Milletin kime ne yalan borcu var ki…Hem niye yalan söylesin ki…
Açım diyor, işim yok, aşım yok diyor, evime ekmek götürememenin ıstırabını yaşıyorum diyor, borcumu harcımı ödeyemiyorum diyor, ne açlığı, ne işsizliği, ne ekmeği, olmaz öyle şey diye tepki görüyor!
*****
Çeyrek bin lira sınırında, dolar on liraya doğru yelken açmış gidiyor…Bu tablo nasıl bir tablo, nasıl bir manzara? Özellikle doların artmasıyla birlikte iğneden ipliğe zam yağmurlarıyla ıslanmaya başladık bile…
Fiyatlara, etiketlere dokunuşlar çoktan başladı.
Tamda kışın ağzı…Tahminler alt-üst…
2022’de ilk altı ay için yüzde beş, ikinci altı ay için yüzde yedi denmişti ya…
Bu rakamlara erişmeye iki aydan daha az bir zaman var…
Ancak önümüzde hangi dağların, hangi hendeklerin, hangi uçurumların, hangi virajların, hangi girdapların olduğunu bilen yok!
Kasım ayının ortalarını doğru ilerlediğimiz şu günler, Perşembe’nin gelişi, Çarşamba’dan belli olur, anlamadın mı diyor herkese…
Havalar soğuk…Doğalgaza ister istemez dokundu insanımız! O dokunmanın, bize ne kadar dokunacağını bilemiyoruz.
Fedakârlık deniyor ya….Bu millet o kadar çok fedakârlık yaptı ki, daha ne yapsın?