Vuslatın ahı!

Erol Sunat

Hz. Mevlânâ’ya vuslat bir zamanlar dört gözle beklenirdi. O beklemede coşku vardı, heyecan vardı, aşk vardı, bu yıl ne olacak, kim gelecek, kimler gelecek diye bir merak vardı. O merak bütün bir şehri kuşatırdı, sarardı! Vuslat yine bize küs, yine küstü gitti Şeb-i Arus’a!

Asıl beklenen, yolları gözlenen, kalpleri buluşturan yolların Konya’da kesişmesine vesile olan oydu.

Ona onun rubaisiyle seslenmeyeli çok oldu.

Ona, “O geliyor o / Yollara sular serpin / Bahar kokuları geliyor / O geliyor o” diyemedik.

Oysa Aralık ayının ortasında bahar kokularının gelmesi demekti onun gelişi…

Baharları karıştırdık, gelen-gideni karıştırdık, vuslata başka anlamlar, başka manalar yükledik, sonrada, Hz. Mevlana’nın gölgesi üzerimizden eksilmesin diye bekledik!

Bizarem diye boşuna söylemiyor mübarek!

Yarın Hakkın divanına varıldığında, hepsinden bizarem, şikayetçiyim Yarabbi dese haksız mı?

Yaptığımız ne mi? Yalan dünyanın işleri!

365 gün içinde bula bula 17 Aralık gününü bulmuş bir şehir!

Ticari zekâ mı, ticari deha mı? Ya da, ticari ve siyasi olarak ikisi birden mi?

Adını siz koyun!

Her 17 Aralık gününde Hz. Pir’i teessür içinde bırakan, üzen, kıran, inciten olaylara ev sahipliği yapan içinde Hz. Pir’in anlattığı, aktardığı vuslattan nasipsiz, başka başka vuslatlar sahneliyor!

Çünkü biz, Şeb-i Arus’u kendimize düğün-dernek günü yaptık geçtik! Ne ikaz dinledik, nede bir vicdan muhasebesi yaptık! Söylenen her ne varsa da kulaklarımızı tıkadık, duymadık, duymazdan, bilmezden, görmezden geldik! Vuslat bize ah etmedi mi sanıyorsunuz!

*****

Sonuç ne mi? Sonuç ortada! Hz. Pir’e olan aşkımız kayıp, sevgimiz kayıp, sevdamız kayıp, yani

vuslat kayıp! Var olduğu söylenen vuslat ise, aşkın kapısında karşılanan, hasret kalınan, gözleri dolu dolu eden, bazen hıçkıra hıçkıra ağlatan o vuslat değil! Öylesine, göstermelik, adet yerini bulsun mukabili bir vuslat! Vuslat ah etmesinde ne yapsın?

17 Aralık gecesinde yine, ayıp olmasın babından birkaç saatliğine, Hz. Pir’i anıp geçiverelim dercesine kendi kendimize vuslata erdik. Bu erdiğimiz vuslatlara doyamadık. Bu doyamadığımız vuslata, vuslat gecesi dedik, vuslat programları dedik. Ve on günü tamam eyledik!

Bir ara Alternatif Şeb-i Aruslar yerden mantar biter gibi o kadar çoktular ki, şimdi isimleri değişti, anma gecelerine dönüştü! Ders aldık mı, ders çıkardık mı? Sema törenlerinin en olmadık yerlerde ve mekanlarda icrasından da ders almadık, cılız tepkiler dışında neredeyse sesimizi duyan olmadı!

Ancak kendimize ait vuslatlar her geçen yıl daha da gelişti, şehir ne kadar açılış varsa 17 Aralık günü görücüye çıkar gibi vuslata erme yolunda mesafeler kat etti.

Ve her defasında kendine yazık etti, Hz. Pir’i incitmeye devam etti!

Onun içindir ki, biz ne mi yaptık?

Hz. Pir’e vuslatı, başka vuslatlar arasına karıştırdık, neticede hepsi vuslat değil mi, vuslat vuslattır dedik, ortaya karmakarışık, vuslata benzemeyen, vuslatla uzaktan yakından alakası olmayan bir şey çıktı. Biz belli ki vuslatın ahını almaya devam ediyoruz. Heyecanımızı, aşkımızı, sevdamızı kaybetmemiz bu yüzden!

*****

Biz ne yaptık ki diye soruyorlar ya…17 Aralık gününü Nasreddin Hoca’nın hikayesinde olduğu gibi sağını solunu budaya budaya öyle bir kuşa döndürdük ki, işte dedik şimdi vuslata benzedin!

Onun içindir ki, vuslat kelimesinin her harfi yıllardır bize ah ediyor, haberimiz yok!

Onun adına yapılan yürüyüşleri budadık, programların içini dolduramadık, başka-başka vuslatlardan Hz. Pir’le olan vuslata sıra gelinceye kadar akşam oldu!

Vuslata bir haller oldu. Sadece yazılı metinlerde yazılı kaldı. Şöyle bir okundu geçti.

Programın adı vuslattı amma, gözlerimiz vuslatı nafile aradı durdu.

Vuslat ismen vardı, ruhen yoktu! Ne yazık ki aşkın kapısından içeriye giremedi!

Vuslat deyince, hangi vuslat diyenler, hani vuslat diyenler, bizim vuslatımız ayrı, bu vuslata erecek olanlar 17 Aralık gecesini beklesin diyenler ayrıydı!

Aralık ayında Hz. Pirin vuslatını kendilerine göre ikinci, hatta üçüncü plana ittiğini sananlar, kendi elleriyle, kendilerini vuslatın dışına ittiklerini, vuslattan mahrum bıraktıklarını, kendim ettim kendim buldum diye bir yol izlediklerini bir türlü göremediler!

Halende görmemekte ısrar ediyorlar!

*****

Bu şehir Hz. Pir’in izleriyle dolu. Onu sevenler, onunla birlikte bu yollarda yürüyenlerle dolu. Bu yollarda Şems var, Ahi Türk oğlu Hüsamettin Çelebi var, Selahaddin-i Zerkubi var, Sultan Veled var.

O günden bu güne gelen, gönül postlarını Yaradan’ın rızasına uygun olarak bu şehre seren gönül erleri var.

Değil mi bu şehir Aşkın kapısıdır! Değil mi ki bu şehir enbiyalar ve evliyalar şehridir!

Bu şehirde, nice Aşıkların geldiği, girdiği, yalnızca aşıklara açık, yalnızca aşıkların bildiği bir kapı var!

Dünya kapılarına, dünyalık kapılara benzemeyen bir kapı!

Vuslat o kapıdan, aşkın kapısından içeriye girebilmekti.

Hz. Pir ve onun gönül dostlarıyla buluşabilmek ve onlara kavuşabilmekti!

Hani rahmetli Osman Nihat Akın, “Yağma yağmur, esme rüzgâr yolda yolcum var benim” diye yazmış ya…Yolda yolcumuz vardı bizim! Keşke onlarca yıldır beklediğimiz, yollarını gözlediğimiz Hz. Mevlânâ olsaydı! O gün kar yağmasın dedik! Mutlaka rüzgâr olsun, rüzgâr essin, kömür islerini, sislerini dağıtsın diye dualar ettik.

Hz. Pir için mi? Keşke! Keşke! Keşke!

17 Aralık günlerinde, gözlerimiz yollarda, o hariç çok yolcu bekledik! Sonrada, başladık usulen gel demeye, yine gel demeye! Geldi mi? Gelseydi vuslat, vuslat olurdu!

*****

Vuslat diye, vuslata ermek diye hiç beklemedik Hz. Pir’i! Çünkü biz hep başka yolcular bekledik! Gönlümüzü hoş eden…Açılışlarımızı şereflendiren…İçim içime sığmadı o gün denilen! Karelere girilen…Günlerce anlatılan…

Heyecandan uyku tutmayan sabahlara uyanılan bir gün olmadı mı her 17 Aralık? Yapılan onca hazırlık kime? Mevlânâ için, Mevlânâ’ya demeyin. Kalbini bir daha kırarsınız!

Vuslatın hasını, özünü, gerçeğini görmezden geldiğimiz kaç vuslat geçti haberiniz var mı?

Keşke olsaydı! Hâlâ da yok!

Bizim vuslatlar ticari vuslatlar…Siyasi vuslatlar…Bu yılda sönük geçti, ne kârımız oldu diye dövünülen vuslatlar. Gönül erlerinin vuslatının her yıl ıskalandığı vuslatlar! Gerçek vuslatın nice vuslatlara eriştirdiğinin, vesile olduğunun farkına varılamadığı vuslatlar!

Hz. Mevlânâ’nın bizarem diye ifade ettiği vuslat törenlerini icra etmeye devam ediyoruz.

Vuslata giden yolda; birlikte, kardeşlikte, selam da, vefa da, ihsan da, irfanda hoş kelamlardı. Kibar kelamlardı. Vuslat kapısını, aşkın kapısını açmadı, bir sonraki yıla bıraktı.

Vuslat bu şehirde hicran yarası…Mevlânâ şehrinde vuslata kavuşamamak ne demek? Kültür de, turizmde hasret vuslata! Ne yapsın vuslat? Her defasında geliyor, sen de kimsin diye kapılardan döndürülüyor! Bu vuslat ah etmez mi? Kırılmaz mı, gücenmez mi?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.