7 Şubat 2012, Türk tarihinde belki de yüzyıllar sonra dahi konuşulacak bir tarih. Rahmetli Başbakan Menderes’in ellerine kelepçe vurdukları günü bu millet nasıl bir ruh hali içerisinde hatırlıyorsa; 7 Şubat da zihnimize aynı şeyleri getirecekti.
Mesainin bitmesine 5 dakika kala operasyon başlatan bir savcı, MİT Müsteşarını alıp önceden hazırladıkları ifade tutanağını imzalatmak için harekete geçmişti. Amaç 17.00’da ameliyata girecek olan Başbakanın yokluğunda Müsteşarı içeri almak akabinde ameliyat masasında Recep Tayyip Erdoğan’a kelepçe takmaktı. MİT Müsteşarı’nın telefonu aldıktan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü araması ve onun da ifadeye git demesi. Tarihin tozlu sayfalarında kim bilir onun nasıl anılmasına sebep olacak!
Mesele Davos’a uzanıyordu ve Erdoğan’ın onların istediği kişiyi Müsteşar yapmaması ile başlamıştı. Ardından Oslo, KCK derken işi “bizim sözümüzü dinlemezsen, sonun Menderes gibi olacak” tehdidine kadar gitmişti.
Başbakan o ameliyata girmiş olsaydı!
Uzak değil. 4 yıl önce bu ülke Erdoğan’ın basireti sayesinde ipten döndü. Bugün Mısır’da olduğu gibi verilmiş ama infaz edilmemiş idam kararını tartışıyor olabilirdik. Erdoğan, tıpkı Mursi gibi bir sona mahkum edilmiş olabilirdi?
Sadece Türkiye’deki Müslümanların değil, tüm İslam coğrafyasında bir yenilmişlik, ezilmişlik ve yok oluş psikolojisi hakim olacaktı.
Bir savcı ve kendini bilmez polislerin işi değildi bu kuşkusuz. Üst akıl adıyla birleşen dış güçler ve işbirlikçi içerideki paralel hainlerin tam bir kumpasıydı.
Allah’ın takdirine bakın ki Başbakan Erdoğan ameliyata gitmek yerine hayır duası almak için evvelinde söz verdiği bir eve uğramıştı. Bir güç, bir takdir, bir kader…
Kaderin üstündeki kader…
“Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır. Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır”
O ameliyata girseydi, dünyanın kaderi nasıl değişecekti bir düşünün…
Tuzak kuranların en hayırlısı Rabbim ufacık bir dokunuşla her şeye engel olmuştu.
İslam’ı yücelten kullara ilahi yardım ulaşmaz mıydı? İşte en güzel örneğiydi bu.
Bedir gibi, Uhud gibi, Çanakkale gibi…
Müslüman! Buna şükretmezse neye şükredecek!
Mısır bize çok mu uzak? Ya Suriye? Çok mu uzak?
Bugün rahatlıkla dinimizi yaşayabiliyoruz. Paçalarımızı sıvayıp abdestimizi alıp namazımızı kılabiliyoruz. Eşlerimiz, çocuklarımız başlarındaki örtüleriyle her yere girip çıkabiliyorlar. Bu ülkede 5-6 sene önce Müslüman’ım demeye korkardı insanlar!
Oysa bir hazret ne buyuruyordu kulağımıza, “Müslüman kimliğinden utanan değil, kimliğine layık olamadığı için kendisinden utanandır.”
Ve yine buyuruyordu: 1500 sene önce Mekke’nin fethinde, Kabe’deki putların temizlenmesi ile bugün Beştepe’deki Külliye’de Kur’an okunması ve cemaatle namaz kılınıyor olması arasında bir irtibat, bir bağlantı var…
Allah! Sana ne kadar şükretsek az Rabbim! Sen bizleri doğru yolundan ayırma. Bu ümmete, bu millete oyun oynayanlara fırsat verme. Elbette galip olan sensin Rabbim…