Uzun uzun zaman önce, memleketin birinde doğru, düzgün, hile ve hurda bilmeyen insanların yaşadığı bir şehir varmış.
Günün birinde bu şehre hilekâr, düzenbaz, yalancı, fırsatçı, aç gözlü insanlardan bir grup gelmiş.
Çok cana yakın, konuşkan, şakacı, esprili insanlarmış.
Kimi bedestende dükkân açmış, kimi meslek erbabı olarak tanınmış.
Bunlardan en çok sevilenlerinden biri Kandilci’ymiş. Bir diğeri de hayvancılıkla uğraşır, süt satarmış.
Yaklaşık bir sene kadar, oldukça doğru düzgün işler yapmışlar.
Şehrin Subaşı’sı, kandilleri yakan, kandillerin yağını ayarlayanların başına, senden demiş çok memnunuz, hile bilmezsin, yalan bilmezsin, sana itimadımız tamdır. Vali Paşamız emir verdi, bundan böyle şehrin kandillerini sen yakacak, yağlarını sen değiştireceksin. Adamlarını da kendin seç.
Senin birde sütçü bir akraban vardı değil mi?
Bak biz ondan da çok memnunuz. Hanelere süt dağıtımına da o baksın, aman ha tembih et işler aksamasın.
Kandilci ve sütçü bir araya gelmişler. Demişler ki, sabırla koruk helva olur derlerdi, oldu. Bundan sonra paraya para demeyeceğiz, kâr üstüne kâr yapacağız, altınlarda bizim, akçelerde.
Hemen memleketin her köşesine dağılmış adamlarını toparlamışlar.
Adamlarına demişler ki, Vali Paşanın kandilleri eskisinden daha güzel yanacak! Subaşının da…Vali Konağına ve Subaşının evine gidecek süte hiçbir şey katılmayacak. Onlar memnun olmalı ki, şikayetlere aldırmasınlar.
Önce kandillerin yağına azar azar su karıştıracağız. Koskoca şehrin kandillerinin idaresi bizde, dünyanın yağı bize kalacak, o yağları da önce, civar şehirlerde, sonra getirip bu şehrin yağ pazarında satacağız.
Süte de azar azar su katmaya başlayacağız. Önce kimse anlamaz, öyle bir hale gelecek ki, süte su katıldığını anlamayacak bile ahali. Alışacaklar. Elimizde kalan katıksız sütleri de, istediğimiz fiyata satarak yolumuza devam edeceğiz.
Başlamış yağa su dökülmeye, yağ yağ olmayı bırakmış, su su olmayı…
Yağlı su deseniz değil…
Sulu yağ deseniz hiç değil…
Öte yandan…Süte su katılmaya başlamış…Önceleri hiç kimse, bu süt, sulu süt dememiş.
Vali Paşanın Konağı geceleri ışıl ışıl yanarken, sokaklardaki kandiller göz kırpmaya, soluk ışıklar vermeye başlamışlar. O aydınlık sokaklar kör ışıklar altında kalmış. İnsanlar, yarı karanlık sokaklara ürpertiyle bakar olmuşlar.
Bir süre sonra, ortalık karardıktan sonra hiç kimse sokağa çıkamaz olmuş. Evlerdeki kandillerde yağa su karıştığı için kör ışıklı olunca, şehirde hırsızlık olayları artmış.
Suya süt katma olayları ise yarı yarıya olunca, insanlar bu ne biçim süt, tadı da, kaynamasıda her şeyi bozuldu demeye başlamışlar.
Bir gün çok şiddetli bir rüzgar esmiş. Hani fırtına derler ya, öyle şiddetliymiş. Şehirde devrilmedik ağaç, neredeyse söküp atmadığı çatı kalmamış.
Şehrin mahallelerinde yanan bir çok kandil sönmüş. Kandiller uçmuş, kırılmış.
Sütçünün hayvanlarının büyük bir kısmı, çatılar, damlar yıkıldığı için telef olmuş. Tam bir felaket gelmiş oturmuş şehrin ortasına.
Vali Paşa, Kandilci’yle sütçüyü çağırmış, geçmiş olsun demiş, bu büyük felakette herkes gibi sizlerde çok mağdur oldunuz, bazı adamlarınız duyduğumuza göre ölmüş, sizin de ayağa kalkmanız için destek olacağım merak etmeyin.
Kandilci’yle, Sürçü bu ne felakettir demişler, tam da işlerimiz tıkırında gidiyordu, neyimiz var neyimiz yok kaybettik. Paralarımızı koyduğumuz küp vardı. Rüzgar camı çerçeveyi alıp götürünce, onu da götürmüş, sokağın birinde içinde ne var, ne yok saçmış, insanlar kapışmışlar altınları akçeleri,
Kandilci demiş ki, Vali Paşa bayağı bir para verdi. İşimizi yeniden kuruyoruz, kaldığımız yerden devam demiş, yılmak yok, caymak yok, pes etmek yok. Bu felaket sadece bize gelmedi, bütün şehre geldi. Bu sefer daha dikkatli olacağız, karda yürüyüp izimizi belli etmeyeceğiz!
Şehir yaralarını sararken, Kandilci ve Sütçü, adamlarını kendilerine göre daha dikkatli bir şekilde seçip, dedikleri gibi kaldıkları yerden devam etmişler.
Üç ay kadar geçmiş, Kandilci’nin yanına bir adam gelmiş. Ağam demiş, ben Payitahtta Kandilci’ydim. Oradaki Ağamdan icazet aldım. Yolumda buraya düştü. Senin de Payitahta namını duydum. Seninle çalışmak isterim demiş. Kandilci icazete bakmış. İcazet sağlam.
Ancak, böyle aniden çıkıp gelen adamdan da şüphe etmiş. Sen demiş yarından itibaren Vali Paşanın konağının kandillerine bakacaksın. Yanması, kontrolü, değişmesi senin sorumluluğunda olacak.
Adam sağ ol ağam demiş gitmiş.
Bir adam da aynı şekilde sütçüye gelince, bu kadarda tesadüf olmaz demişler. Bu adamları takip ettirmeye başlamışlar.
Bakmışlar ki, adamlar kendi işinde gücünde, ne yapılması lazımsa onu yapıyorlar. Yine de takipten vazgeçmemişler.
Aradan bir üç ay daha geçmiş, kandiller kör ışıklı yanmaya başlamış. Sokaklar karanlık olmaya, hırsızlıklar, soygunlar, gasplar, yol kesmeler, parası için insan öldürmeler yeniden başlamış.
Şikayetler çok arttığında, kandiller normal yanıyor, sesler kesildiğinde, Kandilci ve sütçü bildiğini okumaya devam ediyorlarmış. Altı ay kadar sonra, Kandilci’nin yanına yaşlı bir adam gelmiş.
Kandilci başı demiş, ben falan mahalle de otururum kapımın önünde bir kandil vardı. Bir haftadır yanmaz. Senin adamlara söyledim. Tamam baba, bakarız baba, yakarız baba, dediler, bakan olmadı, son çare sana geldim demiş.
Tam yerine geldin demiş Kandilci, senin kandili yakarız yakmasına da, on altın amma, yaşına hürmeten beş olsun.
Yaşlı adam, Allah’tan kork demiş, bu kandiller Vali Paşanın emriyle halka bedavadır. Senin böyle para aldığını duyardım da inanmazdım demiş, varsın yanmasın benim kandil deyince, Kandilci, biz razıyız diyenlerin hepsinin kandilini yaktım demiş, bak herkes razı ver beş altın, kapının önü gündüz gibi olsun ihtiyar!
İhtiyar, doğruca Vali Paşa’ya gitmiş, durumu, bir bir anlatmış. İhtiyar gittikten sonra, Vali Paşa’da Konağın Kandilci’sini çağırıp, bir şeyler konuşmuş.
Bir süre sonra, Subaşı, Kandilci ve Sütçüyü yanına çağırmış.
Ağalar demiş, Vali Paşam, ben ve ahali sizlerden çok memnun. Vali Paşam size bir ödül vermek için konağına davet eder. Bugün akşam, mutlaka konakta olun.
Kandilci ve Sütçü bütün adamlarını toplamışlar, yalnızca aralarına en son dahil olan iki kişiyi çağırmamışlar.
Kandilci arkadaşlar demiş, durum vahim. Bu akşam ya zindandayız, ya da kellelerimizden olacağız. Hemen toparlanın, öğleden sonra bu şehirden hareket eden kervana katılıp gidiyoruz.
Herkes toparlanmış, kervanın hareket edeceği yere gelmişler. Kervancı başı, ağam demiş, Vali Paşa bütün kervanların şehirden çıkışını tehir etti. Ne zaman gideceğimizi bilmiyoruz kusura kalma demiş.
Ne yapacağız diye düşünürlerken, muhafızlar sarmış etraflarını. Kandilci ve Sütçünün adamlarını zindana atmışlar. O ikisini de getirmişler Vali Paşanın huzuruna…
Vali Paşa demiş ki, Fırtınanın açtığı felaketten hiçbir ders almadın mı Kandilci demiş. Ya sen Sütçü, insanları aldatmaktan utanmadın mı?
Kazandığınız her ne varsa, mağdur ettiğiniz insanlara geri dağıtıldı. Payitahttan gelen Kandilci’de adamlarıyla birlikte hepinizi adım adım izledi. Anlayacağınız foyanız meydana çıktı!
Hani o beş altın istediğin ihtiyar kimdi bilir misin? Payitahtın Baş Kandilci’si.
Şehir şehire, Vali Paşa Vali Paşaya, Subaşı Subaşıya, Kandilci Kandilci’ye, Sütçü sütçüye, ahali ahaliye, İhtiyar İhtiyara benzer.
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…
Yağa su karıştı bir kere...
Hem öyle karıştı ki...
Ne yapılsa su ile yağ birbirinden ayrıştırılamıyor.
Ok yaydan fırladı mı, ne yapılsa nafile...
Hedefide vurur.
Iskalayabilir de...
Hiç alakası olmayan bir yere bile giderde...
Bu işte yağa öyle su döküldü ki...
Yağ yağ olmayı, su su olmayı bir tarafa bıraktı.
Yağlı su deseniz değil...
Sulu yağ deseniz hiç değil...
İşte ondan kandil göz kırpıp duruyor.
Adaylarda bu göz kırpma bize galiba diye, heyecanlanıp duruyorlar.
Yapılacak bir şey yok denilemez.
Alacaksınız kandili elinize.
İçinde ne var, ne yok boşaltıp, bir güzel silip temizleyeceksiniz.
Sonra su değmemiş yağdan yeterince doldurup yakacaksınız kandili...
Görmeliyi göremedik...
Bari bunu görelim diyeceksiniz...
Diyeceksiniz de...
İnsanlar bu işten sıkıldı.
İşin cılkı çıktı diyorlar.
Neredeyse ya şundadır, ya şunda diyecekler.
Ya da adı hiç duyulmamış birine biz seninle yola devam ediyoruz diyecekler....
Hz. Mevlana “ Yağa su karışırsa kandil güzel aydınlatır mı?” diye sormuş.
Biz razıyız o aydınlığa diyenlere, hangi aydınlık o diye sormayacak mı, insanlar?