Yağma Hasan’ın Böreği

Nazmi Sırıt

 Ülke sorunlarımızın en başında yerini alan yoksulluk, bir başka deyişle; fakir fukaralık, bir başka özdeyişle de bütünleşen; garip gurabalık. Tüm partilerimizin önemsediği seçim beyannamelerinde ve hükümet programlarında yer verdiği öncelikli konuların başındadır.

    Anayasamızın 2.maddesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin nitelikleri arasında sosyal bir hukuk devleti olduğumuz vurgusuna atıfta bulunurken; fakirine fukarasına sahip çıkan, onları kurda kuşa yedirmeden himayesi altında tutabilen devletlerin ancak sosyal devlet olabileceği hükmüne varmaktadır.

“KOMŞUSU AÇ İKEN TOK GEZEN BİZDEN DEĞİLDİR” düsturu gereği son derece masumane ve mutlak olması gereken bu anlayış maalesef günümüzde hem istismar hem de manipüle edilmektedir. Ürkütücü, bir o kadar da düşündürücü, 16 milyona ulaşan yeşil kartlı sayısı, hak etmediği halde kendini bu gruba dahil ettirerek devletten yardım alanların miktarını çığ gibi büyütmektedir.

Unutulmamalıdır ki; “VEREN EL, ALAN ELDEN DAHA EVLADIR” sözü boşuna söylenmemiştir.

     Diğer bir husus ise, “SAĞ ELİN VERDİĞİNİ SOL EL GÖRMEYECEKTİR” düsturunun tersine ihtiyaç sahibini rencide edecek şekilde afişe edilerek yapılan yardımlar ayrı bir garabet örneği teşkil etmektedirler.

    Bu nahoş tablo böyle devam etmemelidir. Başta gelir adaletsizliği, bölgeler arası gelişmişlik farkı, fırsat eşitliğinin olmayışı, zengin fakir arasında ki kapanmayacak uçurum, iç barışı da tehdit edecek boyutlarda nereye kadar sürdürülebilecektir! 

   Öncelikle bilmeliyiz ki! Yoksulluk asla bu milletin kaderi olamaz ve olmamalıdır. Yoksullukla mücadele ediyorum demek; fakirin karnını doyurmak, ‘poşetler içerisinde un, makarna, bulgur, yağ dağıtmak mıdır?’ veya halk arasında bilinen adıyla; fak fuk fondan, yani sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfından garibanın cebine koyduğumuz üç beş kuruş mücadelenin doğru çözümümü dür?

     Japonların bu tür ihtiyaç sahiplerine bakışları ve uygulamaları çok farklı olup takdire şayandır.

     Derler ki, “biz aç olan kimseye balık ikram etmeyiz, zira aç olan insan diğer öğünlerde yine açtır. Hayatını sürdürebilmek için başkalarına el açmaya devam edip, daima onların yardımıyla ayakta durmaya çalışacaklardır. Bu yüzden aç olan kimselere biz olta verir balık tutmasını öğretiriz, böylelikle ilanihayet kendi ayaklarının üzerinde durmasını, kendi yağıyla kavrulup, kendi ihtiyaçlarını kendileri görecek şekilde hayatlarını devam ettirmelerini sağlarız” anlayışları popülizmden uzak gerçekçi yaklaşım değil midir?

     Her şeyden önce başkalarının himayesinde birilerine el açarak, her şeyi devletten bekleyerek yaşamak, onurlu bir yaşam biçimi değildir.

      Alın teriyle kazanılarak elde edilen, koltuğumuzun altına koyup evimize götürdüğümüz sımsıcak iki ekmeğin huzuru ve sahip olduğumuz babalık vasfıyla bütünleşen büyük onura, başkalarına el açarak, onun bunun yardımıyla ayakta duran bir baba asla sahip olamaz.

     Toplumumuzun kanayan bu önemli yarasını Palyatif tedbirler ile pansuman tedavi yöntemleriyle çözemeyeceğimiz acı bir gerçektir. Süre gelen mevcut statü sadece bir kandırmaca olup tribüne oynamaktan başka da bir şey değildir.

   Popülist tavizci ekonomik politikalar yerine sistemi rehabilite edici realist, politikaların uygulamaya sokulması, bırakınız ihtiyaç olmaktan öteye, bir zaruret haline gelmiştir.

    Çözüm istihdam, istihsal, ihracat üçgeninde aranmalıdır. Bunun içinde üretimin önündeki engeller kaldırılmalı, yatırım ikliminin önü açılmalı, girdi maliyetleri gelişmiş ülkelerde ki düzeye çekilmeli, özellikle enerji fiyatları, ben yaptım oldu mantığından uzak, serbest piyasa, rekabet kurallarının esas alındığı pazar ekonomisi gerçeğinde yeniden belirlenmelidir.

    Aslında köylümüz ve sanayicimiz, gelişmiş ülke sanayicisi ve köylüsü enerjiyi, mazotu kaç liradan satın alıyorsa bizde o fiyattan kullanalım diyerek bir bakıma iktidarlara “GÖLGE ETME BAŞKA İHSAN İSTEMEZ” demektedirler.

    İşin doğrusu ülkemizin kaynaklarının doğru ve rasyonel kullanmak, ayağımızı yorganımıza göre uzatmak ve tasarruf etmek öncelikli hedefimiz olmalıdır.

   Zira; devletin malı ne denizdir ne de yağma Hasan’ın böreğidir! Kaçaklara geçit vermeyen, ekonomiyi tahrip eden, kara delikleri tıkayan, hiç de hak etmediği halde devletten beslenen kenelerle yapılacak ciddi mücadele, çalışanı teşvik edecek, ekonomimize ise ciddi bir rahatlama ve ivme kazandıracaktır.                              

*Yağma Hasan’ın Böreği: Fatih’in Gebze’de ölümünden sonra ( 1481 ) fırsat bekleyen yeniçeriler, İstanbul’da büyük yağma girişiminde bulunmuşlar, yanlışlıkla kendileri gibi yeniçeri olan Hasan’ın dükkanını da yağmalayıp, böreklerini yemişler. Hasan’ın dükkana döndüğünü fark edince de oldu bir kere deyip yemeğe devam etmişler.

*Hakkı olanın da, olmayanın da, kolayca kullandığı mülk kaynağı.  

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.