Bestesi Necdet Tokatlıoğlu’na, güftesi Türkân Ateş’e ait olan Muhayyer Kürdi makamındaki, “Artık Yeşerecek bir dalım yok” şarkısının ilk dörtlüğü ne diyordu;
“Artık yeşerecek bir dalım yok / Yağmurlar yağsa da hoş yağmasa da / Üç günlük ömrümü bir günde yitirdim/ Yarınlar gelse de hoş gelmese de”
Yeşerecek dalları olanlar, yeşerdi gitti. Orman oldular!
Fırsat bu fırsat diyenler, fırsatçılar, açıkgözler, aç gözlüler, her felaketten kendine pay çıkaranlar yürüdü gitti!
Lakin biz öldük, bittik! Çakıldık! Kapaklandık kaldık!
Döviz kurunun, ekonomi ve enflasyonun dalgalanmalarından oturdukları yerde servetlerine servet katanlar oldu. Bir tarihte enkaz edebiyatları vardı. Kucağımızda enkaz bulduk falan diyorlardı. O enkazlar başkaydı, bu enkazlar daha bir başka.
Üç günlük ömrümü bir günde yitirdim demiş ya şair. Aniden, hiç beklemediği bir anda, aldığı bir telefonla, kapısına gelen hacizle, selle, depremle, yangınla adına her ne derseniz deyin.
Basra harap olmuş! Üç ay sonra, beş ay sonra, gelecek yılın ilk çeyreğinde, ortasına doğru her şey çok daha iyi olacak deniyor ya!
Şair, yarınlar gelse de hoş, gelmese de demiş ya hani…
O yarınlar gelinceye kadar, o aylar bitinceye kadar geçecek süreç kolay mı?
Geçecekte nasıl geçecek?
Neyle geçecek?
Yırtılmış Deli Bekir’in yakası boydan boya!
Lafa sarılsa laf duman, yola güvense yol sisli!
Laf duman misali uçuyor, yolun sisi ne gidecek gibi, ne de bitecek!
Yeşerecek dalı olmayan, ümidi kalmayan ne yapsın? Talihine mi küssün?
*****
Virüs ve varyantları sinsi bir şekilde maskesizleri, mesafeyi sıfırlayanları, hijyenle alakasını kesenleri yakalıyor. Vaka sayılarına, vefat sayılarına kimsenin inancı yok!
Kimi işin ciddiliğine katılmıyor, kimi tehlikenin henüz geçmediği inancında, kimi ise virüs yalan, varyantları yalan, ne aşı oldum, ne aşı olurum bundan böyle diye işin havasında…
Süreç sıkıntılı…
İnsanlar tedirgin!
Birçok konu net değil!
Açıklığa kavuşmuş değil!
İnsanlar rahat değil!
Huzurlu değil!
Cep yanmış, cepken yanmış, mutfak yanmış yangını söndürmeye su yok! Yağmurlar yağsa da hoş yağmasa da diyenlerin, yağacak yağmurdan, söndüreceği söylenen ateşten de umudu yok!
Ateş düştüğü yeri yakar derler ya…İnsanlar vah vah diyor, tüh tüh diyor, yürüyüp geçiyor! Hatta ne yapacaktık diyorlar! O ateşe girseydim de bende mi yansaydım!
Devir kendini kurtarma devri, gemisini yürüten Kaptan demişler diyenler bir hayli fazla…
Günü kurtarmak yapılabilecek en akıllıca iş diyenler, hele bugün bir geçsin, yarını yarın geldiğinde düşünürüz demeye başlamış durumdalar.
*****
Hayat devam ediyor etmesine de! Acı var, keder var, elem var, hüzün var, efkar var, lakin neşe yok, sevinç yok! Borçlar devam, kiralar devam, faturalar tam gaz!
Çarşı-Pazar bildiğiniz gibi…
Ucuz hiçbir şey yok!
Paranın satın alma gücü ortada…
Hayat her zamankinden daha pahalı…
Marketler fiyatlara kendilerine has dokunuşlar yapmaya devam ediyorlar.
Aç gözlülük denen hastalık bazı sektörleri felç etmek üzere…
Kiminin sağına, kimin soluna inme indi bile…
Mesela, inşaat sektörü…Dallarını en fazla yeşerten, o yeşerme yetmeyip, neden benim ormanım, ormanlarım olmasın diyen sektör.
Onunla omuz omuza yürüyen gayrı menkul sektörü de durdu.
Yeşeren dallar, sararmaya, kurumaya yüz tuttu.
Fahiş kiralar, fahiş talepler yüzünden kiralarını ödemeden evleri terk eden, istediğin ücreti vermiyorum ver mahkemeye diyen kiracılar yüzünden mahkemelerde dosyalar dağ gibi yığıldı kaldı.
*****
Böyle değildik, bize ne oldu diyen yaptığı hatayı anladı anlamasına da, piyasalar, dövizdeki dalgalanmalar, kafa karıştıran açıklamalar ortalığı öyle bir karıştırdı ki, şimdi herkes başladı arpacı kumrusu gibi düşünmeye…
Aylık beş bin lira geliri olan insandan beş-altı bin lira kira istemenin alemi var mıydı?
Yabancıya dolarla evini kiralarsan, kaçıp gideceği belli değil miydi?
Beş yüz bin lira etmeyen evine bir milyon ve üzeri istersen, elinde patlayacağı hiç aklına gelmedi mi?
Kim dinledi ki, onlar dinlesin?
Sonunda mağrur kim, mağdur kim, gurur ne, kibir ne herkes gördü öğrendi mi?
Önemli olan herkesin payına düşen neyse onu alması…
Alan alır, almayan almaz! Herkes kendi bilir!
Mesele şu haklı, bu haksız meselesi değil!
Mesele kaybettiğimiz ve bir türlü aramaya çıkmadığımız vicdan da…
Biz vicdanımızı kaybettik!
Nerede düşürdüğümüzü de bilmiyoruz! Çaldırdık diyenler bile var!
Vicdan bu, ne kaybolur, ne düşer, ne de bir başkası tarafından çalınır!
Kusura kalma, yanlış yapmışız, yanlış düşünmüşüz demek kırık kalpleri tamire yetmez!
Ben bu parayla, bu kirayla nasıl geçineceğim diye günler geceler boyu kahrolan insanların o kahrolduğu anları kolay telafi edilmez!
Zararın neresinden dönersen kârdır deseler de, bu zarar öyle böyle değil!
*****
Üç günlük ömrümüz yalan olmuş, talan olmuş. Kendim ettim kendim buldum diyen diyene…
Tek sığınağımız ne o, ne bu, ne şu, ne öteki, ne beriki!
Kulum benden umut kesme diyen Rabbimiz!
Geçirdiğimiz süreçte, sınanmadığımız ne kaldı diye soran çok!
Konu sınanmak olunca, şöyle geriye doğru bir dönüp baktığımızda nelerle sınandığımızı alt alta yazamayacak durumdayız!
Çünkü o kadar çok ki…
Sönen, kaybolan, mahvolan ümitler, bugüne kadar hiç yaşamadığımız, yaşamayı beklemediğimiz hayal kırıklıkları, her birimizi yarı yolda bırakan güven, bir anda ardı ardına yitirdiğimiz canlar, en sevdiklerimiz, sarsılan itimatlarımız, dibe vuran işimiz-gücümüz, çırpınışlarımızı görmeyen, duymayan dost ve arkadaş bildiklerimiz.
Yeşerecek dalımız kalmaması ondan! Yağmurlar yağsa da hoş yağmasa da diye karamsar şarkılar mırıldanmamızda ondan!