Hayatımız boyunca kararlar alıyor, sekteye uğruyor, hedeflerimizi yeniliyoruz, uygulamak didindikçe didiniyoruz ya da belli bir müddet sonra pes edip kenara çekiliveriyoruz. Planlarımızın gerçekleşmemesi zaman zaman hayatımızda büyük bir boşluk, pişmanlık duygusu oluştururken, gittikçe agresif bir hüviyete bürünüyoruz. Bizi yoran hayat gerçeklerinden biri de maskeli dolaşmamız, yani sahte davranışlar sergilememiz, etrafımızdakilere farklı ve güçlü görünme gayreti, bunun da bize dönüşü yorgunluk, bezginlik, potansiyelimizi heba etmemiz. Her iki durum da günden güne yaşamımızı çekilmez kılmaya başlar, ömrümüzden ömür gider.
Genç romancı Mahmut Coşkun ilk romanı ‘Yakarım Gül Satanlar Bahçesi’nde çoğumuzun hayatında var olan ve sürekli boğuştuğumuz bu türden duygulara yoğunlaşıyor, yani bize bizi anlatıyor. Toplumsal ve bireysel mesajları sürükleyici bir kurguyla bütünleştiren Coşkun ilk romanı ‘Yakarım Gül Satanlar Bahçesi’ile 2018 yılı Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülüne layık görülerek başarısını tescil ettiriyor. Gerçekten de üslubunu oturtmuş olgun bir yazarla karşı karşıyayız.
Neşet yerel bir gazetede muhabirdir, sosyoloji bölümü mezunudur, Muzaffer ve Müzeyyen isminde iki arkadaşı vardır dünyasında sadece. Çocukluk olayları ve ailevi durumuyla ilgili detaylar okuyucuyla kitap arasına girmek olacağından detaylara girmeyelim. Neşet, hayatı boyunca günü kurtarmaya çalışan, hayal dünyasında yaşayan, çalıştığı gazetede de büyük beklentilere rağmen dikiş tutturamamış, topun ağzında bir karakterdir. Bir gün önüne büyük bir fırsat çıkar, yazdı(rıldı)ğı makaleler patronun da insanların da ilgisini çeker, fakat işler arapsaçına döner.
‘Yakarım Gül Satanlar Bahçesi’ entrikalarla örülü bir roman, okuyucuyu içine çekiyor, sürüklüyor, bir daha da bırakmıyor ama bundan daha önemlisi ‘kim kötü, kim iyi; kim ezen, kim ezilen’ şeklinde sorgulamalar içinde buluyor kendini okuyucu. Romanın sürükleyici kurgusu yazarın usta işi hamleleriyle sosyolojik mesajların arada kaynamasını ortadan kaldırıyor.
Kitabın isminden mülhem Neşet, çoğunluğu kendinden kaynaklanan hatalarla gül bahçesindeki güllerin dikenleriyle içini kanatıyor, gülün güzelliklerinin tadına varamıyor; çocukluk travmalarını atlatamıyor, ailesinden de, en büyük dayanağı iki arkadaştan da oluyor. Neşet karakterini başarıyla çiziyor Coşkun, Neşet’le o denli özdeşleşiyoruz ki kızıyoruz ona, tahammül edemiyoruz, ‘bu kadar da olmaz’ cümlesi hiç eksik olmuyor içimizden
‘Yakarım Gül Satanlar Bahçesi’ özellikle Mustafa Özel’le farklı açılardan bakmayı hatırladığımız roman türünün iyi okunduğu ve anlaşıldığı takdirde okunması meşakkatli fikir kitaplarının mesaj ve bilgilerini daha etkili bir şekilde verdiğini ispatlayan romanlardan; hayatını ve yaşadığı toplumu gözden geçirmeye, sorgulamaya zorluyor okuyucuyu. Şiirsel bir dille kurulan manifestovari epeyce bir cümle var kitapta, ayrı ayrı düşünülmesi gereken:
‘Yaşamak için yapılan her şey aslında taklittir’
“İnsanlar hoşlarına giden şeyleri çabuk unuturlar, rahatsız oldukları ise beyinlerine çakılmış bir çivi gibi hep orada durur.”
‘Onları hayatımdan çıkarsam, hayatım kalır mı bilmiyorum. Benim derdim başka aslında. İkisine varmak değil derdim. Değiştiremedim ya hiçbir şeyi, ondan böyle oldu her şey.’
‘Anlatmıyorum ama sormuyorlar, soruyorlar ama fark etmiyorlar, görüyorlar ama müdahale etmiyorlar. Yavaş yavaş kayıp gidiyorum ellerinden, dert etmiyorlar. İçime kapanmadığımı, içime küstüğümü bilmek istemiyorlar. Var olamamanın beni öldürdüğünü hissetmek istemiyorlar’
“Benim sorunsalım da burada başlıyor, birey toplumu oluşturuyor, toplum bireyi şekillendiriyor, bütün bir topluma fikir vermek, onu eğitmek imkansız. Ama bireyi eğittiğinde toplumu da eğitirsin ve o toplum, içindeki bireyi iyi yönde yetiştirir.” Romandan aldığımız bu cümleler meramımızı somutlaştırmak için yeterli sanırım. Her biri ayrı ayrı yazı konusu olabilecek türde ifadeler bunlar.
İlk romanıyla ödül alan bu genç yazarın ikinci romanıyla başarısını sürdürüp sürdürmediğinin cevabını da birlikte arayalım bir başka yazıda…