Etrafımızda yeterince sorun yokmuşçasına bize doğru hızla başka bir sorun yaklaşıyor. Zaten birdenbire sınır komşumuz durumuna gelen bir meselemiz varken ve dünyanın bütün gelişmekte olan ülkeleri Amerikan Merkez Bankası’nın faiz artırım kararına yönelik politika üretmeye çalışırken bize doğru hızla gelen sorunumuzun adı işsizlik. Cari açığı düşürürken enflasyonu tutamadığımız gibi işsizliği de düşüremedik. 2000 yılında %6,6’ya kadar gerileyen işsizlik oranı 2001 krizi sonrasında kronik bir mesele halini aldı. 2014 yılını büyük ihtimalle %10 civarında bir işsizlik rakamı ile kapatacağız. Temmuz ayı sonu itibarı ile açıklanan rakamlarda genç işsiz oranımız %18’in üzerinde ne yazık ki. İşgücüne katkı olarak en büyük payı %50 ile hizmetler sektörü alırken ikinci sırayı %22 ile tarım üçüncü sırayı ise %20 ile sanayi sektörü alıyor. Yere göğe sığdıramadığımız inşaat sektörünün işgücü katkısı sadece %7,3. İşsizlik rakamlarının hesaplanma tekniği üzerine bir çok tartışma yaşansa da bizim konumuz bu değil. En büyük işsizlik oranının 20-24 yaş arası kesime ait olması korkarım ki Türkiye’nin yaşadığı sosyal olayların temelinde yatan en büyük etkenlerden birisi. Her hangi bir bireyin işsiz kalması yada istekli olduğu halde iş bulamaması en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmesine sebep olmaktadır. Sonuç itibarı ile büyümekte olan bu problem bireysel ve toplumsal hayat da birçok yan etkiler oluşturma potansiyeline sahiptir. Bir tarafta düşmeyen işsizlik oranları diğer tarafta sayfa sayfa eleman arayan şirketlerin ilanları. Neredeyse görüştüğümüz her sanayicimizin ortak sorunu nitelikli eleman ihtiyacı. Bu sorun sadece ülkemizde yaşanmıyor. 2008 sonrasında ekonominin neredeyse bütün dengeleri değişti. Tüm dünyada düşen maaşlar artan işsizlik oranları yeterli deneyime sahip olmayanların iş bulamamaları gibi sorunlar var. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 2013 yılında yaptığı uyarıya göre bir süre sonra genç nüfus istihdam edilemez hale gelecek. İspanya’da bugün genç nüfusun işsizlik oranı neredeyse %50’yi bulmuş durumda. Bir şeylerin yanlış gittiği ortada. Daha önce de bahsettik iş bulamayan işsizler işçi bulamayan işverenler. Yapılan araştırmalar da işverenlerin % 40’ı ihtiyaç duyduğu insan kaynağına ulaşamıyor. Özellikle de zanaatkar vasıflı eleman bulmak neredeyse imkansız bir durumda. Ara kademe elemanları teknisyenler mühendisler en çok ihtiyaç duyulan gruplar. Türkiye bir taraftan işsizlik oranını düşüremezken diğer taraftan nitelikli işgücü eksikliğinin en hızlı arttığı dünyada 2. ülke durumunda. Buna rağmen bir tarafta iş arayan işsizler kitlesi öte tarafta işçi bulamadığı için işyerini kapatmayı düşünenler. Büyük bir çelişki olduğu ortada. Çok geç olmadan gerekli tedbirler alınmaz ise bazen tartışma konusu yapılan yabancı işçi çalıştırma konusu ülkemizde hayata geçecek gibi gözüküyor.Bu gün bile kanunen uygun olmadığı halde birçok işyerimizde Suriye li yada başka uyruğa sahip işçi elemanların olduğu hepimizin malumu. Ülkelerin en büyük sermayesi işgücü ve üretim gücüdür. Aynı husus şirketler içinde geçerlidir. Dünyanın en büyük şirketleri en büyük sermayelerinin çalışanları olduğunu hep belirtmektedirler. Bunu defalarca belirttik; Türkiye yaşlanan ve durgunluk yaşayan Avrupa’nın itici lokomotifi olma potansiyeline sahiptir. En büyük sermayemiz olan genç nüfusumuzu ne yazık ki üretim gücüne dönüştürmekte problemler yaşıyoruz. Bu işgücü sermayemizi üretim gücüne çeviremedikten sonra koyduğumuz hedeflerin yakalanması imkansızdır. Bir tarafta çalışacak işçi bulamadığı için tam kapasite çalışamayan işyerleri öte tarafta çalışacak iş bulamadığı için atıl durumda bir işgücü. Buna ilave olarak her yıl işgücüne katılan neredeyse 600.000 insan. Bazı araştırmalarda mevcut işgücünün yarısından fazlasının lise altı eğitim düzeyine sahip olması bir sorun gibi iletiliyor. Ancak lisans düzeyinde eğitim alan gençlerimizin de neredeyse %20’si iş arıyor. Sadece eğitim politikaları ile sorunun çözülmeyeceği de görülüyor. Türkiye geleceğini şekillendirmek istiyorsa işsizlik ile mücadele ve nitelikli işgücü oluşturmak hem işverenlerimizin hem de devletimizin temel önceliği olmalıdır. Masanın her iki tarafı bu konuda ortak akıl oluşturmak zorundadır. Ülkemizin en büyük sermayesi daha fazla atıl kalmamalıdır.