Bismillahirrahmanirrahim.
İslam dini ona mensup olan Müslümanlara tebliğ görevi yüklemiştir. Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kur’an-ı Kerimde; “Rasûlüm! Biz seni ancak bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmez.”(Sebe’ Suresi 28. Ayet)
Tebliğ görevini başta Efendimiz aleyhisselatü vesselama emretmiştir. Yukarıda yazdığımız Ayet-i Kerime bunun örneklerinden sadece bir tanesidir. Aynı görev istisnasız biz Müslümanların da değişmez vazifelerinden biridir. Rab Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur; “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.”( Âl-i İmrân Suresi 104. Ayet)
Müslümanlar olarak evimizde, işimizde, ailemizle, arkadaşlarımızla ve bulunduğumuz her ortamda birbirimizi uyarmak ve birbirimize nasihatte bulunmak çok önemli vazifelerimiz arasındadır.
Allah Teâlâ Hazretleri cihattan muaf olanları Kur’an-ı Kerimde şöyle açıklamaktadır; “Savaşa katılmama hususunda köre günah yoktur, topala günah yoktur, hastaya da günah yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse, Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir. Kim de yüz çevirirse onu da can yakıcı bir azapla cezalandıracaktır.”(Fetih Suresi 17. Ayet) Bu Ayet-i Kerimeyi izah eden âlimler kişinin gözü görmese de ayakları tutmasa da şayet konuşabiliyorsa bu dine dili ile hizmet ederek cihadını gerçekleştirmesi gerektiğini söylemektedirler. Dilin cihadı, dini insanlara doğru şekilde anlatmaktır. İnsanları Allah Teâlâ Hazretlerinin emirlerine yönlendirmek yasaklarından men etmek amacı ile nasihat ve uyarıda bulunmaktır.
Günümüzde imkânların fazlalaşması ve iletişimin kolaylaşması tebliğ ve davet çalışmalarında fazlasıyla fayda sağlamaktadır. İmkânların fazla olmasının aksine dine olan yönelme azalmış hatta insanlar dine karşı fazlaca tepkili hale gelmiştir.
İnsanların bu düşünce ve tepkilerinin en büyük sebebi dini tebliğ ettiğimiz ölçüde temsil edemeyişimiz olduğu açıktır. Allah teala Hazretleri Kur’an-ı Kerimde; “ Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”( Saf Suresi 2. Ayet)
Bizler yaşamadığımız bir hayatı, kendi yaşamımıza uygulamadığımız bir dini insanlara anlatmaya kalkarsak bu durum insanlar tarafından dini de itibarsızlaştırır, dini tebliğ ettiğini iddia eden kişileri de itibarsızlaştırır.
Tebliğde temsil meselesini sadece kısa bir bölümüne değinmeye çalıştım. Bu konu farklı yönleri ile tekrar tekrar işlenmesi gereken bir konudur. Yazımı İmam-ı Azam efendimizin başından geçen bir hadise ile bitirmek istiyorum. Allah Teâlâ ve Tekkaddes Hazretleri istifade etmeyi nasip etsin.
Çocuğun birisi bal yiyince vücudunda yaralar çıkıyormuş, ama bir türlü bal yemeyi de bırakamıyormuş. Ailesi, çocuklarının bal tutkusunu önleyebilmek için hekimlere gitmişler, tedbirler uygulamışlar fakat bir çare bulamamışlar. Sonunda tavsiye üzerine, İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine gitmişler. O büyük İmam, sorunu dinledikten sonra çocuğun anne ve babasına; “Kırk gün sonra gelin” demiş. Anne ve baba buna bir anlam veremese de çaresizlik içinde mecburen geri dönmüşler. Kırk gün geçtikten sonra tekrar İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin huzuruna varmışlar. İmam-ı Azam Hazretleri, çocukla kısa bir görüşme yaptıktan sonra ona; “Bundan sonra bal yeme evlâdım!” demiş. Sonra da çocuğun ailesine dönüp; “Tamam, gidebilirsiniz.” demiş. Anne-baba şaşkınlık içinde bunun için mi bekledik diye düşünmüşler. Öyle ya kırk gün bekleyip de sonunda sadece bir cümle duymak, anlaşılır bir durum değilmiş. Fakat karşılarındaki zat da devrin en büyük Âlimi, sıradan birisi değil ki.. İmam-ı Azam Hazretlerinin dediği gibi yapmışlar ve evlerine dönmüşler. Sonraki günlerde bakmışlar ki çocukları artık bal istemiyor ve yemiyor. Anne-Baba merak etmişler bunun sebebini. İmam-ı Azam Hazretlerine tekrardan gelmişler ve ona; “Efendim, ona bir cümle söylediniz. Nasıl onu baldan vazgeçirebildiniz? Nedir bunun hikmeti?” diye sormuşlar. Gülümseyerek şöyle cevap vermiş İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri: “Kırk gün önce, ben de bal yiyordum. Bal yiyen birinin, başkasına ‘bal yeme’ demesi etkili olmazdı. Sizin ilk gelişinizde bal yemeyi kestim, önce nefsimde denedim bunu. Kendim bunu bırakmanın mümkün olduğunu görünce sözüm de ona tesir etti.”