Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iki yeni kararda güvenlik gerekçesiyle zorla köy boşaltma olayları sonrası zararlarının ödenmesi için yapılan “Komisyon” başvuruları ve yargısal süreçle ilgili. (Başvuru Numarası: 2013/2625 ve B.No 2013/2294 Karar Tarihi 8.5.2014)
Yargılamalardan birisi (B. No. 2013/2625) 7 yıl 7 ay sürmüştür ve Anayasa Mahkemesi makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. Bir diğer yargılama ise 8 yıl 2 ay sonra sonuçlanmıştır. AYM bu başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. (Başvuru No: 2294 Karar Tarihi 8.5.2014)
Başvurucular terör olayları nedeniyle karşılaştıkları köy boşaltmalardan sonra köylerini terk etmek zorunda bırakılmışlar ve uğradıkları zararların giderilmesi için Komisyona yaptıkları başvurulardan sonra açtıkları davalardan sonuç alamadıklarını, davaların çok uzun sürdüğünü iddia etmişlerdir. Bu nedenlerle Anayasa'da düzenlenen yaşam, özgürlük ve güvenlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuşlardır.
5233 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. Maddesine göre; "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir."
Anayasa Mahkemesi iki başvuruda da Başvurucuların mülkiyet hakkına 5233 sayılı Kanun'un kapsamına girecek şekilde müdahalede bulunulmadığına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmayacağı sonucuna varmıştır. Çünkü sonuç olarak Başvurucular tarafından ileri sürülen iddialar “kanun yolu şikâyeti” niteliğindedir. Bu nedenle mülkiyet hakkı kapsamında bir inceleme yapılması mümkün değildir ve İdare ve Danıştay kararlarında “bariz takdir hatası veya açık keyfilik” yoktur. Bu yüzden mülkiyet hakkının ihlali iddialarının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi her iki başvuru açısından “ makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği” sonucuna varmıştır
Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasına göre; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
Her iki başvuruda da ileri sürülen iddialardaki "makul sürede yargılanma hakkı" adil yargılanma hakkının sonucudur. İlke olarak davalar en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasın yargının görevidir. Anayasa Mahkemesinin diğer bireysel başvurularda da kabul ettiği gibi; makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunmasıdır. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve dava açan hak sahiplerinin davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği bir “davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde” göz önünde bulundurulması gereken hususlardır
Yargılama süresinin makul olup olmadığı iki dosya açısından da bu hususlar dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Yine de bu belirtilen “kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır”.
Anayasa Mahkemesinin Başvurularla ilgili kararında açıklandığı gibi, Anayasa'nın 36. maddesi, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir. Bu kapsamda, personel ve yargıç sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir.
“Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin bu başvuruya benzer başka başvurularla ilgili daha önce verdiği kararlarda (B. No: 2013/3007, 2013/3008, 2013/3202 ve 2013/3309, 6.2.2014), bu konuda gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluyla, geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan kaynaklanan belli bir süreye kadar yaşanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmayacağı, ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve hâlihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devletin, yaşanan gecikmelerden sorumlu hale geleceği kabul edilmiştir (B. No: 2013/3007, 6.2.2014, §§ 65-67)”.
Anayasa Mahkemesi, bu konuda yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açıp açmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan bu sistemin etkili bir şekilde işlemesi noktasında yetkili kişilerin yeterli çabayı gösterip göstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp almadıklarının ortaya konulması gerektiği görüşündedir.
Komisyona 360.000'in üzerinde başvuru yapılmıştır. Bu başvurularda çok değişken ve ayrıntılı hesaplamalar yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarının tespiti amacıyla yürütülen bu işlemlerin Komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve zaman alıcı olduğu kabul edilmiştir. Komisyonlara belli bir dönem çok yoğun başvuru yapılmış ancak belirli bir tarihten sonra (30.5.2008) başvuru sayısında çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir.
AYM; B. No. 2013/2625 olan Başvurucu için verdiği 8.5.2014 tarihli kararında; “Sonuç olarak, idari başvuru sürecinde komisyonlarda incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında yürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve bunların karara bağlanması ve bunların yanı sıra yargılama sürecinin (dosyanın Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare Mahkemesine devri söz konusu olmasına rağmen) 2 yıl 4 ay 9 gün içerisinde ilk derece ve temyiz aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate alındığında, her ne kadar komisyon incelemesinin sonuçlanmasının 5 yılı aşması göreceli olarak oldukça uzun bir süre olmakla birlikte toplamda 7 yıl 7 ay 21 günde (15.4.2005-6.12.2012 tarihleri arasında) başvurunun karara bağlanmasının makul sürede yargılanma hakkının ihlalini doğuracağından söz edilemez.”
AYM buna karşılık ilk başvurulardan olan benzeri diğer başvuruda ( B.No.2013/2294) yukarıda açıklanan gerekçesine karşılık; “ Ancak bu şekildeki bir kabul, yukarıda değinildiği üzere… geçici olarak yaşanan iş yüküne bağlı gecikmelerin her halükarda makul olduğu şeklinde bir değerlendirme yapılması ve makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin doğmayacağı anlamına gelmemektedir. (…) Komisyona yapılan ilk başvurulardan olmasına rağmen (Başvurucunun dosya sıra numarası 691dir) hem Komisyona ve hem de yargılama aşamasında geçen sürelerin göreceli olarak uzun olduğu ve dolayısıyla başvurucunun kesin olarak karar bağlanmasının toplamda 8 yılı aşacak kadar uzun bir sürede gerçekleştiği durumlarda başvurunun karara bağlanmasının makul bir sürede gerçekleştiğinden söz edilemez”
Bir başvuruda verilen karara göre 7 yıl 7 ay 21 gün makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmiyor, buna karşılık 8 yılı aşacak kadar uzun bir sürede gerçekleşen yargılama sonunda elde edilen karar makul sürede yargılanma hakkının ihlali sayılıyor.
Köy boşaltmaların başladığı 1985 yılından günümüze devam eden süreç içinde adil yargılanma hakkının ihlallerini sürekli kılan Türkiye, özgürlükler yerine seçtiği “güvenlik” derdinden kurtulamıyor. Komisyonlar kuruluyor zararların karşılanması için, kanunlar yapılıyor, yeni yargısal başvuru yolları bulunuyor; ama nafile… Türkiye yıllardır “güvenlik” sorunu karşısında temel hak ve özgürlüklerin “hukukunu” arıyor.