Yarınlara kaygıyla bakılsa da yarınlar umuttur. Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi de her türlü eleştiri ve kaygısına rağmen ülkemiz ve insanımız için yeni bir umut olmuştur. Bu durumu toplumun yeni sistemin bakanlar kuruluna olan tepkilerinde gördük. Yazımda milli eğitim eksenli bir değerlendirme yapacağım.
Farklı bakış açılarına sahip olsalar da en aşağıdan en tepeye kadar ülkemiz insanının kahir ekseriyeti eğitime olan şikayetini sürekli dile getirmiştir.
Bugünde tartışma konularının başında eğitim gelmekte ve yeni sistemin en çok gündem oluşturan bakanı da Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya SELÇUK olmuştur.
Sayın Prof. Dr. Ziya SELÇUK’un bakan olması sistemin sağlıklı bir zemine oturmasını isteyen kişi ve kuruluşlar için umut olmuş ve genel olarak olumlu karşılanmıştır.
Buna mukabil, özellikle milli eğitim sistemimizin milli ve manevi temeller üzerine bina edilmesini arzu eden kesimler içinde sayın bakanın daha önceki bazı paylaşım ve sözlerinden kaynaklı biraz endişeyle karşılayanlarda olmuştur.
Her şeye rağmen sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’un kurumsal barış ve uzlaşma kültürünün sağlanmasında başarılı olacağını düşünüyorum. Temennimiz başarılı olması; başarılı olması içinde herkes destek olmalıdır.
Hepimiz şunu iyi bilmeliyiz ki; eğitim ile ilgili sorunların dünden bugüne, bugünden yarıma çözülmesi mümkün olmamakla birlikte gerekli adımlar acilen atılmalıdır. Çünkü, toplumda milli ve manevi erozyon her geçen gün belirgin düzeyde artmaktadır. Bu gerçeği hiç kimsenin görmezden gelme hakkı yoktur.
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip EDOĞAN 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde öğretmenlere hitaben yaptığı bir konuşmasında; “Bu ülkenin yüzlerce yıllık tarihi ve kültürel birikimine yabancı eğitim-öğretim politikaları, maalesef çatışmacı, hastalıklı, çift kişilikli nesillerin ortaya çıkmasına neden olmuştur” açıklamasıyla eğitim sistemimizin içinde bulunduğu durumu en çıplak haliyle ortaya koymuştur.
Yani, durum ortada olup milli ve manevi değerlerimizin aktarılmasında büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Milli eğitim sistemimizin milli değerlerimizin aktarılmasında yaşadığı sıkıntıları gerek yazılarımda gerekse sohbetlerimde defalarca dile getirdim, getirmeye de devam ediyorum.
Daha önce “Milli Eğitim Sistemimizin Milli Olamama Sorunu” başlığı ile paylaştığım bir yazımda;
Genel anlamda milli eğitim; milletin, milli ve manevi değerlerini kendi evlatlarına aktaran, aktarılan değerlerin yaşatılmasını sağlayan eğitimdir.
Ülkenin geleceği milli değerlerin ne ölçüde verilip verilmediğine bağlıdır. Onun için, milletler; kendi milli eğitim sistemini oluştururken milli ve manevi değerlerin çocuklara kazandırılmasını öncelikli amaç olarak benimsemişlerdir.
Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçlarında da “...Türk Milleti’nin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan yurttaşlar olarak yetiştirmek,” öncelikli olarak yer almıştır.
Türk Milleti’nin; öz değerlerini koruması, devletimizin bekası; nesillerimize milli ve manevi değerlerimizin aktarılmasıyla daim olur.
Buraya kadar her şey tamam; ancak, milli eğitim sistemimiz değerlerimizin aktarılmasında ne derece etkili; maalesef toplum olarak yaşadığımız bunalımlar, sistemin amaçlarına uygun olarak işlemediğini ortaya koymaktadır.
Yine maalesef; okullarımız, sınavlara hazırlama merkezleri olarak çalışmakta ve bütün başarı değerlendirmeleri bu minval üzerine yapılmaktadır.
-Hainlerin, devlet ve millet düşmanlarının kahir ekseriyetinin okumuşlardan çıkması sizce manidar değil mi?
-Allah aşkına, kendinizi nasıl tanımlarsanız tanımlayın; solcu olun, sağcı olun, siyasi tercihleriniz ne olursa olsun hiç önemli değil; söyleyin, bu bunalımları niye yaşıyor bu ihanetler niye?
Sistemin sıkıntılarına olan soruma bir türlü cevap bulamadım. Hatta hükümetin yapamadıklarından ziyade yapmaması gerekenleri niye yaptığıyla ilgili çok düşündüm ve mantıklı bir cevaba ulaşamadım.
Yenişafak Gazetesi Yazarı Mehmet ACET’in 13 Eylül 2017 tarihli yazısı bir nebze olsa da sorularıma cevap oldu. Yazının bazı bölümlerini siz okuyucularımla paylaşmak istedim.
Mehmet ACET yazısında; “Birkaç yıl önce dönemin milli eğitim bakanlarından biri, bir sohbet sırasında kulağıma eğilip “Biliyor musun?” diye bir soru sorup şunları söylemişti:
“Hiç kimse bilmez ama şu yakın zamana kadar Milli Güvenlik Kurulu’ndakine benzer bir KIRMIZI KİTAP da bizim bakanlıkta vardı. Yeni kaldırdık.”
-Kırmızı kitap ne demek?
Gelenin gidenin uymak zorunda olduğu, kırmızı çizgilerle sınırları belirlenmiş şartlar manzumesi.
Şunu bilelim:
Müfredat değişikliğiyle ilgili yapılan gürültülü kampanyayı, kampanya sahiplerinin kafasının nasıl çalıştığını anlamadan çözemeyiz.
Cumhuriyet öncesine ait her şeyi hafızamızdan silmemiz gerektiğini düşünüyorlar.
Daha öncesinden tevarüs edilen, milletin gelenekleri içinde varlığını bir şekilde sürdüren ‘DEĞERLER MANZUMESİNE’ karşı toplumu yabancılaştırmaya çalışıyorlar.
Benim bu açıklamalara ekleyeceğim fazla bir şey yok; zararın neresinden dönülürse kâr; ancak, yeni neslin yaşadığı milli ve manevi bunalımın telafisinin oldukça zor hatta imkânsız olduğunu da düşünmüyor değilim; çünkü, toplum olarak sadece değerlerimizi değil, duyarlılığımızı da kaybettik.
Bir şeyler eksik, bir sorun var; birbirimizi suçlamakla sorunları gideremeyiz. Hepimiz, kendi sorumluluğumuzu, üzerimize düşenin ne kadarını yapmışız en azından ne kadar duyarlıyız ortaya koymalıyız.
Amacım ne birilerini suçlamak ne de siyasi bir polemiğe girmek değil; samimi ve içtenlikle duygu ve düşüncelerimi paylaşmaktır.
Herkes samimi olmalı, bu ülke hepimizin. Bir kesimin huzursuzluğu diğer kesimin huzur bulmasının ön koşulu olmamalı, zaten olamazda. Birbirimizi anlamak zorundayız!