Dr. Gülseren Budayıcıoğlu,2005’te Türkiye’nin ilk psikiyatri merkezi olan Madalyon Psikiyatri Merkezi’ni kurdu. Madalyonun İçi, Günahın Üç Rengi, Hayata Dön ve Kral Kaybederse adlı kitaplarında, muayeneye gelen danışanlarını belli bir kurgu dahilinde anlattı. Çok seyredilen İstanbullu Gelin’in de yazarı. Psikiyatri bilimine hizmetlerini roman ve hikayeleri ile devam ettiriyor. Son kitabı olan, bizim de bugünkü yazımızın konusu ‘Camdaki Kız’ romanında diğer kitaplarında olduğu gibi mesleğinden yaralanıyor, gözlemlerini aktarıyor, tavsiyelerde bulunuyor, deneyimlerini aktarıyor. Vaka örgüsünde kurgu sanatının gereklerini hünerli bir şekilde yerine getiren Budayıcıoğlu, üst kurmaca ve metinleraarası tekniklerinden yararlanarak romanını bir tık daha yukarıya taşıyor.
Budayıcıoğlu; romanıyla başarılı bir psikiyatrist olduğunu, kaliteli bir ekiple çalıştığını, okuyucuya hissettiriyor. Nitekim perişan bir halde kendisine gelen başkahramanlar Hayri ve Nalan kısa bir süre sonra farklı bir düşünüşe ve hayat tarzına adım atıyorlar. Hissederiz ki bu aynı zamanda Gülseren Budayıcıoğlu’nun da başarısıdır, buna da edebiyatın gücü diyoruz, para kazanmaya katkısı diyoruz(Mustafa Özel’in kulakları çınlasın).
Kuramsal ve teknik bilgilere biraz ara vererek ‘Camdaki Kız’a gelelim: Hayri, kendi halinde bir gençtir. Köyden İstanbul’a gelmiş, büyük bir şirkette çalışmaya başlamıştır. Köyden evlendiği bir kadından çocukları vardır. Şehrin renkli yaşamı, Hayri’yi de değiştirmiştir. Daha girişken ve özgüven sahibidir artık. Bu konuda Nalan’a çok şey borçludur.
Romanın bir diğer önemli figürü Nalan fakir bir ailede büyümüş, çok sıkıntılı bir çocukluk ve ilk gençlik devresi geçirmiş, Hayri’nin de çalıştığı şirketin sahibi zengin bir iş adamının oğlu olan Sedat’la evlendirilmiştir. Şirkette Sedat, babası ve kardeşleri söz sahibidir. Sedat, işleri diğer kardeşleri gibi çekip çeviremediği, aklı bir karış havada olduğu için sürekli olarak babası tarafından aşağılanmaktadır ki bu durum özgüvenini yitirmesine, kişiliğinin pasif bir hal almasına neden olmaktadır. Nalan’la evliliğinde bu etkenlerden dolayı başarısız bir profil çizer. Bir müddet sonra Hayri ve Nalan yakınlaşırlar. Nihayetinde Nalan, Sedat’tan boşanır, Hayri ile beraber yaşamaya başlarlar. İlk yedi yıl çok mutlu olurlar. Hatta Hayri’nin nikahlı eşi ile arkadaş bile olurlar. Aralarında öyle bir aşk vardır ve Hayri’nin eşi de Hayri’nin kendilerini zor durumda bırakmayacağından öyle emindir ki, ilişkiler çatırdamadan uzunca bir süre devam eder. Klasik kurgudur, her güzelliğin ve mutluluğun faturası, ödenecek olan…
Ayran gönüllü Hayri, gönlünü üçüncü bir kadına kaptırır. Yeni aşkı harbi bir kadındır, zengin bir adamın dostudur aynı zamanda. O da Hayri’ye çok bağlanır, fakat Hayri’nin eşi ya da Nalan gibi pek dengeli ve hoşgörülü değildir. Kadınların üçü de Hayri’yi çok sevmektedir, Hayri hiçbirinden vazgeçememektedir, onlar da Hayri’den. Nikahlı eşi yıllarca pek çok sıkıntıya göğüs germiş, evini çekip çevirmiş. Nalan ise zengin bir ailenin muazzam imkanlarından feragat etmiş, evli olduğunu bilmesine rağmen hayatını Hayri’ye adamıştır. Hayri, yeni tanıştığı, acı dolu yaşamında artık huzur ve mutluluk isteyen yeni aşkını daha fazla idare edemeyeceği ve başına iş açılacağının korkusuyla eşinden de Nalan’dan da ayrılma ihtiyacı duyar. Nalan bunu öğrenince hayatının şokunu yaşar, Hayri ile beraber aynı zamanda kitabın yazarı psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’na gelmeye başlar. Gerek Hayri, gerekse Nalan’la görüşmeler yapan psikiyatrımız işleri hale yola koyar, ama finaldeki sürpriz tüm planları alt üst eder.
Aynı anda üç kadını idare eden Hayri, toplumsal değerlere aykırı işlere soyunan sorumsuz bir kişidir, arızalı fikirlere sahiptir.
Gülseren Budayıcıoğlu; Hayri karakterini öyle başarılı çizer ki okuyucunun kafasındaki tüm olumsuz yargılar değişmeye başlar. Okuyucudaki fikir değişikliğinin bir sebebi de Hayri ve üç kadın kahramanın yaşamları boyunca büyük acılar tatmış olmalarıdır, kader onları bir araya getirmiştir. Öz babasının tecavüzüne uğrama, akrabasının tecavüzüne uğrayarak hamile kalma ve bunun sonucunda tecavüzcüsüyle akraba evliliği, fiziksel şiddet, babanın evi terk ederek gözü yaşlı karısını ve çocuklarını bir başına bırakma, evladını zerre miskal düşünmeyip onun sokağa düşmesine neden olan anne gibi insanoğlunun yaşayabileceği en acı ve hazin durumlara şahitlik ederiz. Kahramanlarımızın günleri dışlandıkları, ezildikleri bir ev ortamında camın önünde sokağı seyretmekle geçer ki kitabın adı da bu durumdan kaynaklanmaktadır.
Yazar, toplumun en küçük, fakat en önemli yapıtaşı olan aile kurumundaki kırılmaları, çocuklukta yaşanan travmaların bütün bir ömrün belirleyicisi olduğu mesajını başarıyla veriyor. Kurguya dayalı bir tür olan roman yanında makale, günlük, deneme, otobiyografi hep birlikte ‘ Camdaki Kız’da iç içe, yani başta da belirttiğimiz gibi yazar üzt kurmacayı ve metinlerarasılık tekniklerinden hakkıyla yararlanıyor. Soluk soluğa okuduğunuz roman, bir bakıvermişsiniz bir günlüğe dönüşmüş, ardından erdem ve hayat sorgulamaları ile örülü tiratlara, yaşamın sorgulandığı bir felsefi metne dönüşüvermiş. Fakat bunlar okuyucuyu rahatsız edecek, vaka akışını sekteye uğratacak bir tarzda değil de yerli yerinde ve kararında verilmiş. Bu da bize aralara sıkça yerleştirilmiş kıssalarla bezeli psikoloji ve kişisel gelişim kitabı okuyormuşçasına bir taşta iki kuş vurduruyor.
‘Camdaki Kız’; uzun metinlerin rağbet görmediği bir ortamda, hayata dair mesajlarını roman diliyle ustalıkla aktaran, dinamik ve usta işi bir roman olmuş…