Bu kadarını ancak tarih takipçileri takip edebilir.
Her gün yeni bir gündemle uyanmak bazen korku saldığı gibi bazen de bağışıklık sisteminin gelişmesi gibi sonuçlara da sebep olabiliyor.
Nitekim ilk kaset yayınlandığında duyduğumuz heyecanı şimdi duymadığımız gibi ilk gösterdiğimiz tepkiyi de şimdi göstermiyoruz.
Alışıyoruz yani.
Bugün İslam dünyası ve Türkiye’nin başındaki sıkıntıları anlata anlata bitirebilmek mümkün değil. Ancak bu sıkıntıları bilmek kadar önemli bir başka mevzu da bu sıkıntıların sebeplerinin kaynağını doğru anlayabilmek ve tabii birde bu sıkıntıları başımıza saranların uyguladığı metotları öngörebilmektir.
Bu öngörü ise hayattaki tecrübelerin iyi okunması ve tarih bilgisi gerektirmektedir.
Ve bilenler nezdinde tarih gören gözler için tekerrürden ibarettir.
İşte buna katkı sağlamak için bir örneği kayıtlarınıza almanız dileğiyle aşağıdaki tarihi notu paylaşıyorum.
İngilizler Hindistan’ı 1858 yılında işgal ettiler.
İşgalleri öyle ellerini kollarını sallayarak olmadı. İşgalden sonrada nüfuzlarını sürdürmek için mücadele verdiler.
Peki, karşılarına kim dikildi dersiniz? Doğal olarak Müslümanlar.
Oysa İngilizler o gün üzerinde güneş batmayan imparatorluğun çocuklarıydı. Bileğini bükecek güç ve kudret yoktu.
Bu güç ve kudrete rağmen Müslümanların kaya gibi sağlam imanları ve sarsılmaz bir imanla bağlı oldukları Kur’anları vardı.
Muhteşem İmparatorluğun sahibi İngilizler biliyorlardı ki bu yapı olduğu müddetçe Müslümanlar hiçbir zaman samimi bir şekilde kendilerine boyun eğmeyecek ve teslim olmayacaktı.
İşte bu sebeple İngilizler buna karşı hazırlıklarını da çok önceden yapmaya başlamışlardı.
Hindistan’a girdikten sonra yaptıkları ilk işlerden birisi bu yapıyı besleyen ana damarlardan biri olan âlimleri Endoman adasına sürmek oldu. Merak etmeyin bu âlimlerin yerlerini de boş bırakmadı.
İşgalden 20 sene önce keşfettikleri ve Hindistan’ı sömürmede bir paravan olarak kullanılan İngiliz sermayeli Doğu Hindistan firmasında 1837 yılında 21 yaşında işe başlatılan Seyyid Ahmet Han devreye sokuldu.
Seyyid Ahmet Han ilk adım olarak işe bir kitap yazarak başladı. Kitabında Tevrat ve İncil’in tahrif edilmediğini ve hak kitaplar olarak varlıklarını sürdürdüğünü ispat etmeye çalıştı.
Sonra işi çok daha ileri götürerek kâinatın bir tabiattan ibaret olduğunu ve kâinatın bir yaratıcısının olmadığını ilan etti. O’na göre aslında bütün peygamberler bile varlıklarını bildirdikleri ilaha inanmamaktaydı.
Bu iddialar Müslümanların kafalarını karıştırırken İngilizler O’nun için bütün kapıları sonuna kadar açmaya başlamıştı.
Önce Müslüman zenginlerin çocuklarının peşine düşüp onları bir eğitim sisteminin cenderesine soktu.
Bu gençlere yeni eğitim sisteminde değişen şartlar doğrultusunda dine ve kutsal kitaplara akılcı yorumlar getirilmesi gerektiği öğretildi.
Yani Kuran’da yazanlar geçmişin tarihi metinlerinden başka bir şey değildi ve bu güne hükmetmeleri düşünülemezdi. Geçmişin meseleleri ve düşmanları geçmişte kalmalıydı.
İngilizler medeniyetin beşiğiydi ve Hindistan’ı idare ettiklerine göre ‘‘Ulul Emr’’ onlardı. O halde onlara Cihat ilan etmek değil, kayıtsız şartsız itaat etmek gerekmekteydi.
Bu çalışmaların büyütülerek yaygınlaştırılması için Aligarh’ta 1864’te bir medrese kuruldu. Avcı avına nasıl yaklaşacağını elbette bilir. Medresenin adı da " el-Muhammediyyin" idi.
Yetmedi, bir tefsir yazdı. Ayetleri tahrif etti. Sonra medyaya yöneldi ve Tehzibu'l-Ahlak"adında bir gazete çıkarttı. Gazetede Müslümanlar arasındaki ihtilafları körükleyici ve halife ile olan bağları sarsıcı yayınlar neşretti.
İngiliz aşkı onu öylesine etkilemişti ki iki oğlunu da İngiltere’de okutmaya karar vermişti. Bunun için 1869 ‘ta İngiliz eğitim sistemini incelemek bahanesiyle İngiltere’ye gitti.17 aylık Londra macerasından sonra Hindistan’a geri döndü. Döndüğünde şöhreti de tavan yapmıştı.
1870 yılları sonlarında batı çizgisinde bir kolej kurmak için kolları sıvadı ve 1877 yılında Aligarh’da Mohammeden Anglo-Oriental Collage’i kurdu. Ardından da bu eğitim çalışmalarını paravan olarak kullanarak faaliyetlerine bir çatı oluşturmak için “All Indian Muammadan Education Congress -Tüm Hint Müslümanları Eğitimi Kongresi” organizasyonunu tesis etti. Daha sonraları kongrenin bir toplantısında teşkilatın adının“Mohammeden Educational Confrance -Müslüman Eğitim Konferansı” şekline çevrilmesine karar verildi.
Peki, bütün bunlar karşılıksız bırakılacak çalışmalar mı?
Elbette ki hayır.
Seyyid Ahmet Han’a Edinburg üniversitesi bir fahri doktora sunarken İngiliz kraliyet ailesi de “Sir” ünvanı verecektir.
Yerel İngiliz idarecilerinden alınan ödülleri saymaya gerek yoktur sanırım.
Siz topun tüfeğin karşısında durabilirsiniz belki ama söyler misiniz bu değiştirme-dönüştürme mühendisliği projesinin karşısında ne yapabilirsiniz?