YAŞATTIĞINIZI YAŞAYACAKSINIZ

Muzaffer Kırmacı

Genel bir kabuldür: “Kişi, yaşattığını yaşamadan ölmez” derler.

Kural değildir ama, insanların yaşattıklarını yaşayacakları söylenir. Bir anlamda kişi yaptığını çeker.

Hani “etme bulma dünyası” dedikleri de bu olsa gerek.

Bir insanın çektiği sıkıntıyı anlamak, o sıkıntının aynısını yaşamadan olmaz. 

Ne kadar anlatılırsa anlatılsın. “Ah… Vah…” ederiz üzülürüz de, eldeki yara duvardaki kovuk. Sıkıntının sahibi gibi anlamak zaten olacak şey değil.

Kaybolan çocukların haberlerini dinlerken hepimiz de çok üzülürüz. Hatta burnumuzun direği sızlar. Bazen iki damla gözyaşı göz pınarlarımızdan yanaklarımıza doğru akıp gelir.

Bir müddet sonra hayat normale döner.

Ama o çocuğun ana babası için durum böyle midir?

Onların yüreğinin yangın bir türlü sönmez.

Ne kadar empati yaparsak yapalım, ne kadar duygusal olursak olalım, çocuğunu kaybetmiş ana-babanın yerine kendimizi koymamız mümkün değil.

Hayatımdan iki kesit aktaracağım.

İnanıyorum ki, sizler de kendinizi bulacaksınız anlattıklarımda.

İlkokula gittiğim zamanlardı. Mahallemizde 8-10 aile bir kamyonun kasasında şehrimizin yakınında Ceyhan nehrinin kıyısındaki bir kaplıcaya gitmiştik. Daha ziyade kadınlar ve çocuklar vardı bu yolculukta.

O yıllarda kamyonla da olsa seyahat, mutluluk verirdi.

Kaldığımız yerler çalı çırpılarla üzeri kapatılmış basit yapılardı. Hatta hiç birinin kapısı dahi yoktu. Ama olsun. O bile bizim için büyük mutluluktu. Bu arada şimdiki çocukların doyumsuzluğuna da dikkatinizi çekmek isterim.

İki arkadaş kaplıcanın uzağındaki dereye oynamaya gitmiştik. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Rahmetlik anacığım beni bulamayınca deliye dönmüş. Hemen yanımızda gürül-gürül akan Ceyhan nehrine düşmüş olabileceğimizi düşünmüş olmalı ki orada bulunan insanları seferber etmiş.

“Benim çocuğum kayıp. Siz burada nasıl bu kadar rahat oturuyorsunuz?”

İnsanlar bizi arıyorlar.

Bize doğru bir kalabalık geliyor. Bizi gören kişi bağırdı.

“Korkmayın buradalar…”

Anacığımı belki o zamanlar tam olarak anlayamamıştım. Belki biraz da “neden bu kadar abartıyorlar ki” diye düşünmüş olabilirim.

Kaybolan o çocuk büyüdü.

Onun da bir oğlu oldu.

Asteğmen olarak Sivas’ta askerlik yapıyorum.

Sabahleyin okula gönderdiğimiz oğlum öğle vaktinde eve gelmedi.

Öğretmenini aradık. “Sınıftaydı. Hepsini de sınıftan ben çıkardım” dedi.

Gidebileceği parkları aradık yok!

Eşimle oğlumu ararken kulağımıza oğlumun sesi geliyor.

O gün okulun yanına pazar kurulmuş. Her tarafı didik didik arıyorum.

Pazarın en son kısmında bir arkadaşı ile el-ele tutuşmuşlar ekmek almaya gidiyorlar. Meğerse arkadaşına gezmeye gitmiş.

Anacığımı işte o zaman çok daha iyi anladım biliyor musunuz?

“Ah anacığım” dedim ama, anacığım hayatta değildi.

Bir anlamda anacığıma yaşattığımın aynısını ben de yaşamış oldum.

Güzel şeyler yaşamak için, güzel şeyler yaşatmak gerek.

Yaşattığınız her güzelliğin karşılığı her zaman güzellik de olmayabilir.

Ama bizler yine de güzel anılarla hatırlanmalıyız.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.