Bugün dünya da yaygın olarak kullanılan takvim, M.Ö, 46 yılından beri kullanılıyor. Bu takvim, o zamanlar yapılan Jülyen takviminin yeniden düzenlenmesiyle, Dünya'nın Güneş'e göre hareketine dayanarak yapılmış ve 1582de Papa XIII. Gregorius tarafından yürürlüğe konulan Gregoryen takvimidir.
Jülyen takvimi, M.O. 46 yılında, İskenderiye'ye yerleşmiş olan Yunan astronomu Sosigenes'in önerisi üzerine Jülius Sezar tarafından yapıldı. Jülius Sezar, yılbaşını 1 Marttan 1 Ocak'a aldı. Jülyen takvimi, 365 ve dörtte bir gün esasına dayanır. Ama her 4 yılda bir, artık yıl denilen 366 günlük bir yıl araya girer.
Ancak, her 4 yılda bir, 24 Şubat arka arkaya 2 gündür. Bir Güneş yılı, 365 ve 6 saat olarak kabul edilmiştir. Her 4 yılda artık bir günün eklenmesiyle de takvim ile mevsimler arasında uyum sağlanmıştır. Ama küçük bir hesap hatası, mevsimlerin, takvimde 100 yılda bir gün gerilemesine yol açmıştır.
Bu gerileme, Papa XIII. Gregorius'un dönemine kadar 14 güne çıkmıştı. XIII. Gregorius, o sırada 11 Marta rastlayan ilkbahar mevsiminin tarihini, Nikia (İznik) Konsülü'nün toplandığı M.S. 325'e rastladığı 21 Marta aldı.
İleri alma işlemini ise 4 Ekim 1582'de yürürlüğe koydu ve takvimi 10 gün ilerleterek ertesi günü 15 Ekim 1582 olarak ilan etti. Böylece Roma'da 4 Ekim 1582 Perşembe gününü, 5 Ekim değil, 15 Ekim 1582 Cuma günü takip etti. Böylece hafta içindeki günlerin sırası da değişmedi.
Gregoryen takvimi Fransa'da 1582 yılında kabul edildi; 9 Aralık 1582den, 20 Aralık 1582yegeçildi, İngiltere Parlamentosu, 3 Eylül 1752'de, 11 sonrasına geçerek ertesi günü 14 Eylül 1752 olarak kabul etti. Rusya, Gregoryen takvimi 1918de, Yunanistan 1923te, Türkiye ise 1 Ocak 1926dan sonra kullanmaya başladı.
Ömer Hayyam diyor ki: “Hayat, doğru yoldan olunca ölüm korkusu yoktur. Bizi ölümden yıldıran tek şey, hayatın kötülük içinde geçmesidir.” Ne olursa olsun, takvim yaprakları nasıl hızla koparılır bunu çok iyi biliriz. O halde takvimler şuna ya da buna göre ayarlanmış ne fark eder ki?
Hayırla geçen bir yeni yıl olsun da… Şu su gibi akan zamanın içinde yaşayan ve tüm yaratılmışların hayatları birbirlerine benzemese de, bitkilerin hayatı ile hayvanların hayatı; hayvanların hayatı ile insanların hayatı birbirlerinden farklı olsa da, sadece hayat fonksiyonları farklılık arzediyor.
Bitkiler de diridirler, doğar, yer, içer, büyür, ürer ve nihayet ölürler. Durumlarına göre bilgileri de
vardır; kendilerine yarayan şeyleri yaramayanlardan ayırdederler. Ancak kendi hayatlarından daha yüksek ve daha kudretli bir hayata sahip varlıklardan haberleri yoktur.
Hayvanların hayatı, bitkilerin hayatından daha ileridir. Hayvanlar fazladan olarak görür, işitir ve uzak yerlere hareket ederler.
İnsanlara gelince, hayatları hayvanların hayatından da ileridir; onlarınkine ilaveten düşünür ve değerlendirme yaparlar, mükellef olmalarının sebebi de budur. Zaman öyle hızlı akıyor ki, boşa geçirilecek vakit yok. Çünkü “Hayatta rövanş yoktur.”
Selam ve muhabbetle…