Ne kadar uzak durursa beyin bir düşünceden, aslında o kadar yakındır ona. Çünkü neyi düşünürsek o oluruz ya da tam aksi. Bu ülkede ayakta kalmak zor iş, kadınsanız daha da zor. Hatta bırakın ayakta kalmayı hayatta kalmak bile zor. Elini taşın altına sok bırak orda kalsın biraz adam. Kalsın ki kadın biraz nefes alsın. Zira öldürüyorsun onu!
Cesurluğundan, sağlam karakterinden, güzelliğinden, dişiliğinden, çalışkanlığından bahsettiğimiz ve her fırsatta övdüğümüz Türk Kadını… Şiddetli geçimsizlik diye bir furya var malum, karşılıksız. Kadın erkek eşitliği diye bir şey de var malum, asılsız. Dolayısıyla kadının ne aslı var ne de değerinin karşılığı.
Geçen yıllarda bir markanın araştırmalarında Türkiye’de kadınların, dünyanın erkekler için yaratıldığı düşüncesine sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Erkek egemen yapı için çok şımartıcı bir sonuç elbette. Hizmet edilen, sevilen, poh - pohlanan olmak, göbeğini kaşıyan adam sembolüne zaten cuk oturuyor. Diğer tarafta da kafasını yere eğen nesiller gölgeler altında yaşayıp soluyor. Bilmem kaç ülke arasında; kadına karşı şiddette, kadın cinayetlerinde, tecavüzlerde, pedofilide… ilk sıralara oynuyoruz. Biliyoruz ki bu bir yarış değil.
Zihnimizin uzak durduğu şeylere aslında sempatisi artar ve onu daha da çok düşünmeye başlar. Yani ortada bir denge yoksa düşünülmemesi gereken şey aslında düşünülen haline gelir. Küçük yaşlardan itibaren baskı altında, erkeğe düşman olarak yetiştirilen kadın da bu şekilde bilmeden manipüle edilmiş olur. Daha serbest büyüyen ve hayatının her evresinde istediğini elde etmeye odaklı hareket eden maskülen birey adayı da karşı cins üzerinde hadsiz bir hak iddia etmeye başlar. Ki Sanırım bizim felaketimiz de tam olarak burada başlar. Yeni Türkiye imiş, eski Osmanlı imiş, falan imiş filan imiş. Bu arada kim bilir kaç kadın, kaç insan daha canım ülkemde anormal şekilde can vermişmiş.
Yere bakan kadınlar görüyorum!
Edebinden mi, yoksa korkusundan mı? Bilmiyorum.