Yıl 1980. O zaman Ankara’da çalışıyorum. Hak etmediğim bir sürgün yedim ve Konya’ya atandım. Görevim ve biraz da merakım gereği tüm bölgeyi bilmek zorunda idim. Bu arada mesai arkadaşlarım yer altından kaynayan şelaleden bahsettiler ancak ulaşmanın da çok zor olduğunu söylediler. “Olsun, yayan da olsa gidelim” dedim. Yolun bazı yerleri asfalt, bazı yerleri stabilize, bir kısmı ise topraktı.
O yılda zannederim 2 saat arabayla yol aldık ve derin bir vadiye geldik. Mayıs ayı olmasına rağmen aşağı indikçe ısınmaya, adeta yaza girmeye başladık. Arabanın inemediği yerden 500-600 metre kadar yürüdük ve yeşil bir vadi ortasından akan suların sesi ile şelaleyi gördüm. Arkadaşların bahsettiğinden daha güzel bir yere gelmiştim. Çok heyecanlandım. “Heyecan kişiseldir ve heyecanın tetiklenmesi insanın olaylara bakış mantığıyla ilgilidir ve ben de bunu yaşamıştım”.
Aradan 37 yıl geçti ve hayalini kurduğum şelaleye yeniden gitmek nasip oldu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, şelale çevresinde yaptığı düzenlemeleri görmek üzere bir grup arkadaşla birlikte buraya gittim. Şelaleye kadar ulaşan oldukça geniş ve kaliteli yol yapılmış ancak, keşke şelale ve yakın çevresine kadar arabalar inmese.
Burası yeni düzenlemelerle ulusal çapta daha düzgün hizmet verilmek üzere ele alınmış. Amaç doğru ama kültürümüzde piknik kavramı yanlış uygulanıyor. İnsanımız pikniğe gider yürümeyi sevmez, spor yapmaz; piknik onun için yeme anlamına gelir. Aslında piknikte kafa boşaltılır, bizde ise mide doldurulur. O da olacak ama biraz imkan dahilinde spor, yorulma; dinlenme ve yemek olmalıdır.
Şelale Konya'ya 110 km uzaklıkta, 20 metre yükseklikten akan, doğal yapısıyla, muhteşem bir güzelliğe sahip. Özellikle Haziran, şelaleyi gezmek için en ideal aymış zira bu ayda özellikle zakkumların muhteşem renklerine birçok ağacın çiçekleri de eklenince, tam bir doğa harikası oluyormuş.
37 yıl önce gördüğüm şelale çevresinde yapılan kaliteli yol (turizm yolu deniyor) dışında neredeyse her şey aynı. Nedense kendi yerel değerlerimizi pek bilmiyoruz. Öyle ki bu oldukça özel Şelalenin adını duymayan çoktur. Ama bir Düden, Manavgat’ı herkes bilir. Buralar da güzel ama bu kadar özellikli ve güzel vadide bulunan yerin bilinmemesi ve üzerinde çalışma yapılmaması garip.
Konya Büyükşehir Belediyesinin yıllar sonra sahiplendiği yere uygulanan projenin detayını çok iyi bilmiyorum ancak çekirdek bir projeyle de olsa bölgeye el atılması umut verici. Proje çerçevesinde şimdiden düzenlemeler başlamış olsa da buranın turizme kazandırma makro bir projeyle çözülür.
Proje çerçevesinde yapılaşmanın yöre akustiğine, bitki örtüsüne, doğal yapısına uygun ve betonsuz olması gerekir. Dağları vatan bilip bekleyen yöre insanının da bu projeye sosyal ve ekonomik açıdan katılması elzemdir. Şelale için proje tamamlandığında bölge haklı için yöresel ürünlerin tanıtımı ve tüketimi, el işlemeleri, yemekleri, meyve-sebzeleri, kültür değerleri kaliteli ve temiz bir ortamda sunulmalıdır. Bu ürünler organik veya diğer kalite sertifikalarıyla sunulursa daha da çekici olur.
Şelale altına az da olsa plajvari kumlar dökülmekte ise de vadinin topyekun bir temizliği ihtiyacı var. Küçük, bahçemsi arazilerin çoğu yöre veya dışarıdan gelenler tarafından kapatılmış görülüyor. Bu iyi de kapatılan arazilerin çoğu düzensiz ve bakımsız durumda olsa da toprak bozulmamış gibi. Böyle ise burada yetiştirilecek tarla-meyve-sebze, et-süt ve işlenmiş ürünler ileriki projeler için bulunmaz nimet sayılır. Bu gerçeklere bakarak söylenmesi gereken şey; mevcut değerlerimizin zamanında bilinmesidir.
Çarpıcı bir örnekle de açıklayacak olursak. Büyük kısmı şelaleye gitmek için yapılan “turizm yolu” en az 100 milyon TL mal olmuştur. Vadi turizme kazandırılmaz ise yol yapmanın pek bir anlamı da olmaz. Dünyada bu türden yerleri bulmak çok kolay değil. Yeşil, dağ silsilesi, temiz hava ve su, sessizlik, dinlenme için imkanlar, üretime hazır bahçeler, nefis bir atmosfer ve de kaliteli ulaşım. Tüm bunlar bir yeri kıymetlendiren değerlerdir.
İnsanı huzurlu kılmak için her şey hazır burada, tanınması ve ziyaret edilmesi dileğiyle.