Güftesi ve bestesi Turhan Taşan’a ait olan Hicaz makamındaki, “ Aynı çatı altında” şarkısının unutulmaz dizeleri olan;
“Yıllar yorgun ben yorgun, / Boşa geçmiş seneler,/ Bende hicran yarası, / Bende bitmez çileler.”
Yılların eskitemediği halimizi ve pürmelalimizi anlatıyor.
Şarkının her dizesi bam telimizden vuruyor.
Gönül telimizi titretiyor.
Maziye doğru dönüp bakıyoruz, ne oldu, neler geçti, neler oldu bitti diyerek.
Yıllarda yorgun, bizlerde…
2020’de verilen acılı, acıklı ve hüzünlü Korona molasında hiçbirimiz ne dinlendik, ne ayaklarımızı uzattık, ne de keyif çattık! Böyle zoraki molayı, bir daha ömrü billah görenimizde olmaz artık!
Rabbim bir daha da göstermesin inşallah!
Bizler hayat yolculuğuna başladığımız günden bu yana çok koştuk!
Yüzde seksenimiz koşmadan, terlemeden, çaba sarf etmeden hiç bir yere varamayacağını çok genç yaşlarda anladı.
Mor sümbüllü bağları olanlar vardı elbet…
Ancak, bizim bağlar, zahmeti çok bağlardı.
Kıraçtı, taşı-kayası boldu.
Ya bir tepenin, ya bir dağın yamacındaydı.
Bir söğüt gölgesi bile yoktu birçoğunda…
Metrelerce kuyular kazıldı, su bulundu, suyun çıktığı kuyunun başına birer salkım söğüt dikildi.
Bağa bağ yakışırdı. Beyaz üzüm, siyah üzüm çubukları dikildi sıra sıra…
Gözünün içine bakıldı her birinin…
Çok yoruldu insanlar…
Bağlar yeşerdikçe, dallar yapraklandıkça, erikler, zerdaliler çiçek açtıkça nefes aldı insanlar, yüzlerine bir gülümseme yayıldı belli belirsiz!
*****
Aşık Veysel, “Kara Toprak” şiirinin bir dörtlüğünde ne diyordu?
“Koyun verdi kuzu verdi süt verdi / Yemek verdi ekmek verdi et verdi / Kazma ile döğmeyince kıt verdi/ Benim sâdık yârim kara topraktır.”
Kazma ile döğmek lazımdı o bağları…
O bağlardan üzüm almak dahi yordu bizi.
Üzüm para etmedi pazarda, üç kuruşa gitti,
Emeğine mi yansındı insanlar, umutlarının yok oluşuna mı?
Bağ yorgunu oldular o yıl!
Hasat yorgunu oldular ertesi yıl!
Gurbete gitmeler başladı Anadolu’da…
Giden birkaç sene sonra dönüp geliyordu evine, ocağına!
İnşaat işçisiydi gidenlerin neredeyse tamamı…
Babaları gurbette iken doğan çocukların adları en çok ne konurdu bilir misiniz?
Hasret ve Gurbet!
O yıllarda ailecek yoruldu bu insanlar. “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun?” benzeri türküler yakıldı birçok hikayeye o yıllarda…
*****
Çok daha önce Almanya’ya çalışmaya gitti Türk insanı.
“Alamanya Alamanya, benden iyisini bulaman ya” diye türküler yakıldı.
Almanya yorgunu oldu gidenler.
Çok çalıştılar, aldıkları para oranın parasına göre bir şey ifade etmese de, Türk Parası karşısında çok güçlü paraydı.
Tutumlu olanlar, memleketlerinde bağ aldılar, bahçe aldılar, arsa aldılar, ev yaptırdılar.
Tutumlu olmayanlar için sadece Almanya macerası oldu geldi-geçti.
Almanya’da Almanların yapmadığı, yapmak istemediği ne kadar ağır ve süfli iş varsa hepsini yaptı gidenler.
Almanya’da para kazandılar kazanmasına amma, ne pahasına?
Almanya, ilk gidenleri, dil bilmez, yol bilmez, karnı acıksa ekmek isteyemez, su isteyemez insanımızı o alışma ve uyum sürecinde çok yordu.
60 yıldır Almanya’dalar, Hollanda, Belçika ve Fransa’dalar, üçüncü, dördüncü nesil olarak oradalar. Ancak onları da kültür yordu, dil yordu, alışkanlıklar yordu, o ülkelerde doğup büyüyen ve yetişen çocuklarıyla anlaşamamak yordu.
*****
Yetmişli, yılların ortalarına doğru, siyaset kör dövüşüne dönmüştü. Kim iktidara geldiyse, kendinden olmayanı, kendinden saymadığını, aldı attı en ücra yerlere. İnsanlar ne fabrika, ne aş, ne iş, ne istihdam istemiyorlardı. Tek istenen, şu Müdür gitsin, Vali gitsin, Kaymakam yarından tezi yok burada olmasından ibaretti.
O insanları, savurdu attı siyaset! Tayin yorgunu oldu, siyaset yorgunu oldu her biri!
Adına sürgün diyorlardı, vurgun diyorlardı, gurbet yorgunu oldu insanlar!
Geriye doğru dönüp baktığımız son 70 yıl içinde, hiç bıkmadığımız, vazgeçmediğimiz bir başka konu daha var. Kendi kendimizi yormak ve tüketmek! Aramıza sokulan nifakları, aramıza sokulan ayrılık tohumlarını bir türlü söküp atamadık.
İnsan kardeşini yorar mı? Yorgunu yokuşa sürmek denen anlamsız adımları atar mı?
Biz hiç mi rahatlamayacağız? Hiç mi yorgunluğumuzu atamayacağız?
Bizi birbirimize düşürenler, yorgun, halsiz , mecalsiz halimizden çok memnunlar!
Bir ve beraber olmamızı istemeyenlerle kuşatılmış bir çevremiz var.
Bizi sürekli kışkırtan, sürekli kavgaya yönlendiren, şöyle bir oh demeye dahi fırsat tanımayan bir çevre.
Bu ayrık otlarından, bu zehirli sarmaşıklardan kurtulduğumuz gün kendimize geldiğimiz, kendimizi toparladığımız gün olacak!
*****
Osmanlı dağılırken savaşmadığı cephe kalmayan Türk Milleti için “yorgun savaşçı” denmişti. Tarihçilere göre 13 ayrı cephede savaşan, bütün imkansızlıklara rağmen ayakta kalan, ümidini hiç kaybetmeyen tek milletti Türk milleti.
Öyle olduğu içindir ki, yorgun savaşçılar, işgal altında ki vatan topraklarını kurtarmak için, Yunanlılara, Ruslarla, Ermenilerle, İngiliz ve Fransızlarla bir daha savaştı.
Çılgınca bir savaştı. Ancak çılgınların üstesinden gelebileceği bir savaştı.
Böyle bir çılgınlığı yapabilecek tek milletti Türk Milleti,
Yorgundu, daha çok yoruldu, Lakin, zaferle kapattı savaş perdesini.
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, kendileri gibi yorgun savaşçılarla, yeni bir aşkla ve şevkle, bu coğrafyada yeni bir diriliş hareketi ile kurdular Türkiye Cumhuriyeti’ni.
Bu millet o günden bu güne hep ne demişti bilir misiniz?
Ben ancak, toprağa girdiğimde dinlenirim.
Varın gerisini siz düşünün!
*****
Geçtiğimiz yıl çok yorulduk! Keşke bu yorgunluk, dolu-dolu çalışmak sonucunda gerçekleşseydi.
En azından iyi bir uyku çeker, uyandığımızda, çok daha dinç ayağa kalkardık!
Bu yorgunluk, manen yorgunluk! Bu yorgunluk acıların getirdiği tarifi olmayan anlatılamayan bir yorgunluk! Bu yorgunluk, anlaşılamamaktan kaynaklı bir yorgunluk! Bu yorgunluk, çaresizliklerden kaynaklı bir yorgunluk! Bu yorgunluk gönül yorgunluğu! İster Korona dan deyin, ister ekonomiden, ister işsizlikten, ister enflasyondan.
Yıllar yorgun, biz yorgun, geçip gitti seneler, geçip gitti sevdiklerimiz, hayallerimiz ve ümitlerimiz!