Cumartesi günü Tantavi Kültür Merkezinde TYB (Türkiye Yazarlar Birliği) Konya Şubesi tarafından organize edilen ‘Edebiyatımızda Yabancı Dil’ konulu söyleşi akademi ve doğru Türkçe konularında bizi bir kez daha ciddiyetle düşünmeye sevk etti. Öte yandan hep aynı yerde ve konumda top çevirmektense, çözüme dönük gayretlerin artık konuşula konuşula bıkkınlık veren teşhis/tespit safhasından daha ehemmiyetli ve değerli olduğunu hatırlattı. Yazık ki bu noktada bir şeyler yapmaya bir şekilde muktedir, sözü geçecek olanların ‘yeri ve zamanı değil/ alınganlık olmasın’ vesveseleriyle vazifeyi ifa etmekten uzak olduklarını iliklerime kadar hissediyorum, lâkin ümitsiz de değilim. Tabi bunlar kendi adıma, benim düşüncelerim ve hissettiklerim. İkbal ve top çevirerek rutini tamamlama gayesindeki muktedirlerin(!) bunları yapmasına imkân yok gibi(!) Dolayısıyla yazıma konu olan söyleşideki hocalarımızın benimle aynı duyguları ve dertleri taşıdığına, bu minvalde gerekenleri yapacaklarına, ellerini taşın altına koyacaklarına can- gönülden inanıyorum.
Prof. Dr. Ahmet Kâzım Ürün, Doç. Dr. Mustafa İsmail Dönmez, Dr. Sena Küçük ve Dr. Eda Bayrak’ın konuşmacı olarak katıldığı söyleşinin haber metnini, konuşulanların özetini az ilerideki Kültür Atlası sayfamızda bulabilirsiniz. Hocalarımız özetle; kültürümüzün temel ve kadim kelimelerinin dahi anlaşılamadığını, editörlerin zaten Türkçe yahut Türkçeleşmiş öz be öz Türkçe kelimeler gördüklerinde dahi ‘Türkçesini kullanın’ dediklerini ama bu kelimeleri yaşatma sorumluluğumuzu, büyük bir imparatorluktan gelen dil geleneğimiz ve İlişki kurduğumuz devletlerle kelime alışverişimiz olduğunu ama Arapçadan gelen kelimelere karşı bir önyargı taşındığını, bu duruma üzüldüklerini, yabancı kelimelere Türkçe karşılık bulmaktansa yanlış olanın tercih edildiğini, dolayısıyla öğrencilerini Türkçe ve Türkçeleşmiş kelimeler kullanmaya teşvik ettiklerini, ünlü kişilerin yanlış kelimeler kullanarak gençlere kötü örnek olduklarını, çevirmenlerin çevirdiği eserin yazarını ve çevresini, dönemi, psikolojisini iyi bilmesi gerektiğini; özüne ait olmayan dili, değerleri yabancı gören bireylerin yapılan yanlışlarla, kendinin bir parçası kabul etmeye başlayacağı tehlikesini, edebiyatımızda yabancı dil etkisinin en çok şiirde görüldüğünü söylediler.
&&&
Doç. Dr. Mustafa İsmail Dönmez hocamız başka bir hocadan aktardığı; ‘Türkçemizi sala bindirip sele verdiler’ örneği hakikaten etkili bir misal, bir o kadar da hazindi. Nispet ‘i’sini, Arapça kelimeleri kullanmamak adına Fransızca tandanslı -sel, -sal eklerine yönelmeyi haklı olarak eleştirdi Mustafa Hoca. Tek neden Arapça kelimelerden kaçınmak değil elbette. Eğer sadece bundan ibaret olsaydı gerçek; Nuri Pakdil; Rasim Özdenören, hatta Sezai Karakoç ve başka birçok mukaddesatçı kalem Türkçe hususunda daha hassas olmazlar mıydı? En yakın zamanda Mustafa hocayla bu konularda bir söyleşi konusunda sözleştik ve bunu yayınlayacağım elbette.
Konu dil olur da akademi gündeme gelmez mi, gelir elbette ve nitekim geldi de. Üniversitelerin internet sitelerinde Türkçemizin sıkça yanlış kullanıldığı duyuru ve metinlere, kampüs alanı içinde belli görevlilerin ‘çıkış yapalım’ tarzı günümüzün moda ve özenti konuşmalarına şahit oluyoruz; halbuki en azından bu ilim yuvalarında çalışanların konuşmalarına ve ifadelerine daha bir dikkat göstermesi beklenir. Bu doğrultuda çalışacak olanların/çalışanların bir seçmeden ve eğitimden geçmeleri muhakkak bir hakikat. Üniversitelerin resmi internet sitelerinde yer alan metinleri de mutlak surette işinin uzmanı hocaların kontrolünden/onayından geçmeli.
Bir başka durumsa herkesin şikâyet ettiği ve göreve davet edildiği, Türkçemizin yanlış kullanılması noktasında akademisyenlerin daha hassas davranmaları, öğrencilerine örnek olması gerekirken tam ters istikamette tutum içine girmeleri. Aşağı yukarı bilinenlerin tekrarı, ‘dostlar alışverişte görsün’ misali beyhude işler yerine çözüme dönük yaklaşımlar içine girilmeli, cesur ve halisane adımlar atılmalı.
Güncel bir örnekle iddia ve hükümlerimizi daha somut kılalım… Türkiye çapında tanınmış bir hikâyeci, çocuk kitapları da yazarı, aynı zamanda şehrimizdeki üniversitelerimizin birindeki Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü olan bir hoca düşünün. Ülke çapında okurları ve binlerce öğrencisi var. Doğru olan hocamızın dili çok daha güzel ve doğru kullanması, hassas olması değil mi? Derslerini bilmemiz mümkün olmadığından kitaplarına müracaat edelim ve okuyalım; bakalım işler gerçekten olması gerektiği gibi mi? Yeni çıkan kitabından örnek cümleler aktararak, iz sürelim…
“İyi bir metnin networksüzlük sebebiyle okura ve edebiyat kamusuna hızla ulaşamayacağı kesindir.”
“Ömer Lekesiz bu kavramı (İbnü’l-vakt) yazarın hayata, güncele ilişkin kelimeleri öyküsüne başarıyla yansıtması sebebiyle kullanmaktadır: İnternete düşmek, outdoor insanlar, bigbang, yutup da yayımlamak, periskop, ışık kaynağı, tepe kamerası bunlar arasındadır.”(övülen kullanımlara bilhassa dikkat!-YAÖ)
“Son senelerde hızla entelektüelize olan…”
“Hüseyin Su, 1969-1984 seneleri arasında yayın yapmış olan Edebiyat dergisinin…”
“(…) yazarın kürklü bayanı anlatırken olumsuzladığını ama seyyar yazıcıyı anlatırken olumladığını…”
“Bir başka deyişle şeyh uçmasa da müritleri tarafından uçurulur.”
“Bu santimantal filtre, anlattığı her şeye sirayet ediyor.”
“İlk iki öykü kitabı hakkında yazı yazmış olmanın rahatlığı içindeydim.”
“Eksiltili cümlelerin abartılması harika bir öykü çıkartır orta yere.”
“Kitapta lirik ve ironik olmak üzere iki aks bulunduğunu söylemek gerekir.”
“Türk edebiyatında belli ki ciddi okumalar yapmış olduğu anlaşılan…”
Hocamızın bunlar dışında tür isimleri/kavramlar konusundaki tutumu da oldukça manidar. Toplumsal ve toplumcu gibi kavramlara, çevirilerdeki kelime tercihlerine olağanüstü hassasiyet gösteren, riayet eden hocamız, aynı hassasiyeti yazık ki “Öykü/hikâye” ayrımında göstermiyor; yabancı yazarlardan alıntılarında ‘yapıt, olanak, öykü’ gibi kelimeleri aynen kullanan yazar ve hocamız, Ömer Seyfettin’in yazdıklarına dahi öykü diyebiliyor.
Aynı kitaptan daha pek çok örnek verebilirim ama bunlarla iktifa edeyim.
Amacım kişilerle uğraşmak, husumetlere kapı aralamak değil. Geleceğimizin teminatı gençlerimiz başta; insanımızın mukaddes Türkçemizi doğru kullanmaları, kelimelerimize sahip çıkmaları hususunda temel sorumlulukları olan, geniş kitlelere hitap eden, özelde bu amaçları gündemde tutmakla birinci derecede vazifeli olanların ve dahi örneklik teşkil etmesi gerekenlerin daha dikkatli, sorumlu hareket etmeleri, üzerlerindeki ulvî sorumluluğun bilincinde olmaları. Bu vebalden dolayı akademisyenlerin de kendi içlerinde ve çevresindekileri otokontrole tabi tutmaları, karşısındakilerin ise bu ikaz ve eleştirilerden alınmak/küsmek yerine gereğini yapmaları zaruridir.
İşinin hakkını veren, bu hususta samimi olan kimseler eleştirilerimiz üzerinde düşünür. Henüz olgunlaş(a)mamış, niyeti başka şeyler olanlarsa kıskanmakla, dikkat çekmeye çalışmakla, geçimsiz vd. olmakla itham eder.
Bizim duruşumuz, tavrımız nettir; kişilere değil fikirlere, milletimizin hayrına olana bakarız, o tarafta saf tutarız. Böyle biline, iyi biline!..