Ekonomik gelişmeleri sizlerle paylaşmaya çalışan biri olarak bu facia hakkında ne söylenebilir doğrusu bilemedim. Türkiye ve dünyada işçi sağlığı ve iş güvenliği ile alakalı olarak sayfalarca yazı yazılabilir. Birçok rakam ve istatistik verilebilir. Ama toplumsal hafızası çok zayıf olan bizlerin bu acı tecrübeyi unutup gitmesini istemiyorum. Toprak altında yitip giden hayatlara vicdani bir sorumluluk duymamız gerekiyor. Hepimizin hatırlaması hatırlatması üzerinde durması hiç olmazsa o yitip giden hayatların yeni bir milat olması açısından son derece önemli diye düşünüyorum. Çünkü iş kazaları ve işçi güvenliği konusunda hala notumuz zayıf. Her yıl Türkiye’de iş kazalarında 1000’den fazla insanımız hayatını kaybediyor. 2013 yılı başında yürürlüğe giren iş güvenliği kanununa rağmen uygulama ve denetim noktasında yaşanan aksaklıklar sonucu kazaların önüne geçemiyoruz. Avrupa’da hala iş kazalarında 1. sıradayız ve dünyada ilk beşteyiz. Kanun çıkarmanın sorunu çözmediğini ne yazıktır ki her seferinde acı tecrübelerle bir kez daha öğreniyoruz. Yıllarca şantiyelerde bez çadırlarda kalan işçi kardeşlerimizin yaşam koşullarını değiştirmek için 2011’de İstanbul Esenler’de 11 kardeşimizin yanarak vefat etmesi mi gerekirdi? Madenlerimizdeki çalışma koşullarının dikkate alınması için bu aziz milletin böyle bir travma yaşaması mı gerekliydi? Oysa daha 2013’te madencilik sektörü 95 kayıp vermişti. Daha geçen yıl Ocak ayında Zonguldak Kozlu’da 8 kardeşimizi kaybeden biz değil miydik? Şimdi bütün basınımız siyasilerimiz sivil toplum örgütlerimiz iş güvenliği ve işçi sağlığı hakkında programlar yapıyor. Bu olayda kimin ne kadar suçlu olduğu ve hangi cezayı alması gerektiği sadece vicdanları tatmin edecektir. Oysa doğru olan bu sonuca varılmasının önüne geçebilmektir. Son yaşanan acı kazada hayatını kaybedenlerin büyük bir çoğunluğunun zehirlenme sonucu şehit olmaları nasıl bir ihmaller zinciri olduğunu bize göstermektedir. Madencilik sektöründe artık devletimiz özelleştirmelerde teknolojik yatırımı ve iş güvenliği hususlarını mutlaka dünya standartlarına getirmeli ve katılımcılardan hesabını sormalıdır. Maliyeti 110 dolardan 23 dolara düşürdüm diyen patrona kamusal otorite, “nasıl yaptın kardeşim?” demelidir. Böylesi ağır koşullar gerektiren bir sektörün temel eğitim süreleri en az 1 yıla çıkarılmalıydı. Denetim mekanizması özel sektörün ve kamunun inisiyatifi dışında bağımsız olmalıydı. Sendikalar işçi kaybetme korkusuyla değil vicdanları ile hareket etmeliydiler. Çalışanlar, “işi kaybedersek ne olur halimiz?” demek yerine bu şartlarda çalışmamalıyız diyebilme cesaretinde olmalıydılar. Türkiye son 10 yılda hızlı büyüdü ve bu büyüme beraberinde bu sorunları getirdi. Yıllarca zarar eden Türkiye Kömür İşletmeleri, özelleştirmeler sonucu kâra geçerken sahalarının işletme hakkını verdiği şirketleri daha iyi denetleyebilseydi. Eğitim sistemimiz bu tür ağır ve tehlike işler için Avrupa Birliği üyesi ülkelerin uygulamalarını örnek alabilseydi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız bu tür işlerde ve bence bütün işlerde Türkiye’de alıp başını giden taşeronlaşma sistemine daha önce el atsaydı. Bürokrasi gelişen Türkiye’ye fren olmak yerine üzerine düşen kontrol görevini hakkıyla yapabilseydi. Muhalefet bu acı üzerinden hükümete yüklenmek yerine başka acılar yaşanmasın diye hükümetin elini tutsaydı. Ülkemizi yasa boğan bu felaketin öncesinde ve sonrasında yapılması gerekenleri uzatıp gitmek mümkün ama biliyorum ki bunların hiçbirisi yitip giden 301 canı geri getirmeyecek. Daha dünyaya gözlerini açmadan kaybettiği babasının hesabını o doğacak bebeklere hangimiz vereceğiz. En azından o şehit olan babalarının yaşadığı acı hadisenin Türkiye’de işçi sağlığı ve iş güvenliği noktasında bir milat oluşturduğunu ve artık başka babaların hayatını kaybetmediğini bilmelidir.