Sözüm ona, kırmak üzerine, yıkmak üzerine, öfke üzerine, nefret üzerine kestirme çözümler dendi mi, üzerimize yoktur.
Hemen laf küreğini elimize alırız, olmadı laf keserini, daha da olmadı laf kazmasını!
Dilimiz hırsını ve hıncını almadan durmaz! İkazlar kâr etmez, etme dense de, yapma dense de, dur artık, yeter artık demekten anlamaz! Kırıcı, yıkıcı lafları sıraladıkça, hiç hak etmedikleri lafları duyanlar ne yapsınlar?
Kim edepsize, hadsize, kendine tepeden bakana, benim dediğim doğrudur diyenlere katlanır!
Katlanmak zorunda kalanların ahı arşı tuttuğunda, vay o edepsizlerin haline!
İnsanımızın tabiriyle, yatacak yerleri olmaz! Toprak dahi kabul etmez!
Oysa o dil ne güzel laflar edebilirdi.
Kırmadan, dökmeden, alttan alıp, ne gönüller kazanabilirdi.
Yok mu gönlümüzü alacak?
Yok ki, gönlümüzü alan olur mu diye yollara düşüp, aramamız ondan!
İşimiz kırmak-dökmek, yıkmak!
Nice sonra pişman olmak, hiçbir şeyi geri getirmiyor.
Laf küreğini eline alanın niyeti muhatabını gömmek olmuş. Yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür denmesi boşuna mı?
Keser, açıkgözlerin, fırsatçıların, menfaatperestlerin vazgeçilmezi. Hiç aksatmadan, her şeyi kendine yontmaktan ne bıktı, ne usandı…
Kazma ise kesin sonuçtu.
Laf kazmasının indiği, değdiği, çarptığı, yaraladığı parçaladığı gönüller, muhatabını iki cihanda da affedemez!
Çünkü, laf kazması, katı kalplilerin, taş kalplilerin, kalpleri yumuşamayanların elinden hiç düşmedi!
*****
Nalıncı keseri gibi, daima kendimize yontma huyumuz hiç değişmedi. Kalbimiz yumuşamadı. Hoşgörümüz, lafın ötesine geçemiyor.
Lafın gönlümüzü okşayanına bayılırız. Önce can, sonra canan düsturumuz olmuş!, Önce can demeyenlere, dudak bükmüş, canının kıymetini de hiç bilmez diye ardından dünya kadar laf söylemişiz.
Candan öte canan olmalı diyenlere takmadığımız kulp kalmamış!
Pişmiş aşa su kattı diye kızdıklarımıza değil selam vermek, semtimize dahi uğratmamışız!
Geçmişe mazi, yenmişe kuzu demişiz.
Gerçekleri hatırlatanlara, geçmiş geçmişte kaldı, çekiver kuyruğunu gitsin diye karşılıklar vermişiz.
İşimize gelmediği, menfaatimize dokunduğu an, en kolay şeyi uygulamaya koymuşuz!
Yıkmayı…
Kırıp dökmeyi..
Parçalamayı…
Paramparça etmeyi..
Silindirle üzerinden geçmeyi…
Hatta izlerine varıncaya kadar yeryüzünden silmeyi…
Kendince gemileri yakanlar, kendilerinin de gün gelip yanacaklarını bilmeden, yakmaktan, yıkmaktan dem vura vura ilerlemeyi marifet saydılar hep.
Oysa ne diyordu Yunus Emre, “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil/ yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil”
Kimi dinlemişiz ki, Yunusa kulak verelim!
*****
Ne üç günlük dünya demişiz, ne vicdan, ne merhamet! Muhataplarımızı laf küreğiyle derinlere gömmüşüz ki, çıkması kolay olmasın diye!
Yetmemiş, vurmuşuz kazmayı!
En iyi bildiğimiz şey o!
Konuşmak yok!
Danışmak yok!
Düşünmek yok!
İstişare etmek zaten yok!
Vurdun kazmayı ne oldu?
O işe zorladığın, kazma neler yaptığını hiç unutmadı. Kazma pişman oldu da, sen pişman olmadın!
Yaptığın hileleri yutmayanlara düşman kesilen kim?
Mağdur ettiğin insanlar, ne yapıyorsun, kendinde misin, kendine gel, diye karşına dikildiğinde, karşılarına yine o laf kazmasıyla çıkmadın mı?
Her fırsatı değerlendirenler, kâr peşinde koşanlar, insanların zor durumlarından istifade etmekten zevk alanlar, yetmedi mi yaptıklarınız?
Hele şu Pandemi aylarında, hele şu 2020 yılında…
Kefenin cebi yok dediler, ölenleri görmez misiniz dediler, sizin de yakınlarınızdan bir çok insan ölmedi mi, dediler?
Anladınız mı? Keşke kelimesi, keşke yetebilseydi!
*****
2020 de ne açgözlülüğünüz sona erdi, ne hırsınız, ne de insanları kandırmanız!
Diyelim ki, bu dünyada geminizi havada, karada, denizde yüzdürdünüz, benim gemim batmaz dediniz, alabora olmaz dediniz,
Bu dünyada işin bitti gel dediler, ne yapacaksınız?
Gel diyen gel dediğinde,
Az bir işim daha kaldı,
Onu da bitireyim öyle mi geleyim diyeceksiniz?
Yoksa, giderayak, pişmanlık mı saracak tüm benliğinizi!
Ne oldu o batmayan gemilere? Kime kaldı?
Ben ne yaptım ki,
Kime ne zararım dokundu ki,
Ne yapmışım bu kadar?
Hak edene, hak ettiğini söylemişim!
Bir beni mi gördün?
Bir ben mi suçluyum Allah’ım?
Diyen giderken bile gurur ve kibrinden taviz vermeyenler var içimizde…
*****
Yürekler taşlaşmışsa, pas tutmuşsa, yüreklerin katılığı insanların yüzüne yansımışsa böylelerinden Allah hepimizi muhafaza etsin!
Lafların tahrik ve tahrip gücü tek kelimeyle korkunç.
Ortaya denircesine söylenen bir laf, laf taşı olup, vurmadığı, yaralamadığı insan bırakmıyor.
Laf düşüne düşüne , ölçüp biçilerek, tartılarak söylenmedikçe, sadece gönül yıkmıyor. Bir araya gelinmesine engel oluyor. Birlik ve beraberlik umutlarını sona erdiriyor, ayrıştırıyor, bölüyor, parçalıyor!
Bize Hz. Mevlana’nın işaret ettiği gibi, yeni sözler, güzel sözler, yüreğimizi ısıtan sözler, bizi bize kardeş yapan sözler, düşman etmeyen sözler, sevdiren sözler, dost yapan sözler söyleyenler lazım!
Bize laf küreğini, laf keserini, laf kazmasını eline almadan, ihtiyaç duymadan, gönül alan, gönlümüzü alan, yüzümüze baktığında içimizi okuyanlar lazım!
Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler deyip, bekliyoruz inşallah!