Bugün oldum olası beni rahatsız eden bir konu üzerinde durmak istiyorum. Üzerinde duracağım konuyu, Müslümanların namaz kılma ile ilgili hassasiyet eksikliği olarak tanımlayabilirim. Özellikle Uzakdoğu, Amerika ve Avustralya gibi uzun süren seyahatlerde ve yoğun iş ortamında namazların zamanında eda edilmesinde konusunda zorluklar olsa da, mazeret üretmeye gerek olmaksızın namazın zamanında kılması gerekmez mi?
Yaz mevsiminde kırsal kesimde yoğun iş ortamında bazı dostlarımızın namaz konusunda tembellik ettiklerine sıkça rastlamışımdır. Sorulduğunda “işim yoğun, üzerim zaten temiz değil, akşam toptan kılarım” gibi beyanları, yurt dışında ihmalleri olsa da, bir fırsatını buldukları zamanda da namaz eda etmekteler. Bir arkadaşımı hatırasıyla konuyu açmaya çalışalım.
Yer Rusya-Sn. Petersburg. Kışları gündüz süresi çok kısa olduğu (Güneş 11.00 de doğmakta, 14.00 de batmakta) için tüm vakit namazları neredeyse peşpeşe kılınıyor. Otelden grup halinde 13.00 gibi ayrılıyoruz, havaalanı yolculuğu buzlanma nedeniyle 2 saat kadar sürüyor, bu nedenle de ikindi namazını kaçırabiliriz. Böylece yolculuklarda daima yanımda taşıdığım seccademi uygun bir yere görevliden de izin alarak serdim. Herkes ne yaptığıma baksa da ben görevimi yaptım. Sonrasında gruptan üç arkadaş benden cesaret almış olacak ki namazlarını kıldılar.
Yer İstanbul, Havaalanı. Polis noktasından sonraki uçağa biniş bölümleri. Uçuş akşam vakti olacağı için namazın önceden kılınması gerekir. Bu bölgede mescit olmadığı için uygun bir köşede namaz kıldım. Bitiminde yanımda bir gölge belirdi. Dönüp baktığımda Konya’da gayet iyi tanınan bir kardeşim seccademi istedi ve görevini huşu içinde tamamladı. Öyle ki, ben de bu kılış zevkine seyirle doydum.
Bu olaylar karşısında bir taraftan sevinirken, diğer taraftan Müslümanın cesaretsizliğine “birinin namazını eda edebilmesi bir başkasının tetiklemesine ihtiyaç mı var” diye çok üzülürüm.
Gelelim güncel olan Validebağ Korusu ve On Kasım olayına;
Kızımın evi Validebağ Korusunun hemen yanında olduğu için geçenlerde burayı gezdim. Koru oldukça bakımsız, 2/3 ünde ağaç yok, çalılık. Yürüyüş yolları yer yer sel yarığı, çıkıntılı taşlarla dolu. Tökezleyip düşseniz bir yeriniz kırılabilir. Anlaşılan laik kesim burayı mülkiyet edinmiş ki böyle kalsın istiyor.
Bu arada cami yerinin Koru ile hiç alakası olmadığı görülüyor. Malum kesim hükümet aleyhine kullanmak için durup durup birşeyleri hortlatıyor. TV lerde gördünüz, dünya görüşleri kendinden meçhul kadın kılıklı 20 kadar kişi, hem de 10 Kasım da, Atatürk posterleriyle zorla inşaata girmeye çalışıyor, sloganları da “camiye değil, betonlaşmaya karşıyız” (sanki beton evlerde oturmuyorlar). Protestoya evet ama zorlama karşılığında da polisten gazı yediler, sonrasında malum olan hükümet karşıtı yaygaralar, polisi hakaretler eşliğinde tekmelemeler. Bunların cami ve insan ile işleri ne ki?
Elbette polis gazını doğru bulmam ama “zor da oyunu bozuyor”, gönülleri kin, nefret ve intikam ateşi yanan bu Kemalistler, tam bir Atatürk istismarcısı. Cumhurbaşkanımızın 10 Kasım da söylediği gibi, “herkes kendi alanına uygun bir Atatürk yaratmak istiyor” sözü ne kadar da yerine oturuyor.
Yine aynı gün belediye otobüsünde bir kadının “Bir gün gelip, Atatürk için ayağa kalkmayanların kafasına sıkacağız” sözü tam bir kışkırtma kokuyor.
Hanım, hanım; sizin gibi düşünenler için o günler hiç gelmez, gelmeyecektir de. Sizin gibilere de kadın, anne, eş demeye değmez. Kendinize geliniz, bu ülkede sizlerin dışında kimsenin Atatürk ile Atatürk’ ün de cami ile bir meselesi yok. Artık bu avutmalar geride kaldı, böyle halleri de yeller ve eller aldı.
Benim kadın kılıklı sözüme bazıları gücenmiş olabilir ama bir kadına yakışan; vakur, nazik, zarif, asil bir anne, eş ve sevgili duruşudur. İkide bir CHP vekillerinin böyle ortamlarda kışkırtma kokan, kadın polisi boğan ataklar da cabası. Bırakın insanlar kendi doğrularına kendileri karar versinler, olmaz mı?
Allah’a emanet, hayra muhatab olunuz, efendim.