Pazar yazılarının insanları gündem yoğunluğundan uzaklaştıracak nitelikte olması beklenir. Eh bugünlük biz de bu genel kanıya riayet edelim. Hayatlarının baharında evlenememiş dostlara atfen ve de daha önemlisi evlenecek olanlara istinaden hoş bir hikâye ile başlayalım.
Vaktiyle, görkemli bir malikânede yaşayan, yaşlı, çok zengin bir adam varmış. Malikâne, göz alıcı güzellikte güllerin yetiştiği bir bahçenin içinde yer alıyormuş. Bu yaşlı zenginin evine, her hafta belli bir gün, orta yaşlı, tatlı dilli bir bohçacı kadın gelir ve yepyeni birbirinden güzel, pahalı kumaşlarını önce adama sonra çalışanlarına sunarmış...
Bir gün yine Malikâne ye gelmiş kadın yeni kumaşlarıyla, bekleme salonuna almışlar onu... Yaşlı, zengin ev sahibi biraz gecikince sıkılmış kadın ve duvarlarda asılı fotoğrafları incelemeye koyulmuş. Adam gelince "Beyim" demiş, "gençlik fotoğraflarınıza bakarken düşündüm de, çok ama çok yakışıklıymışsın. Mal mülk para desen, malûm, Eee pekiyi de bir adamsın tanıdığım kadarıyla, o zaman niye hiç evlenip aile kurmadın be beyim?"
Adam gülümsemiş ve "madem garibine gitti, anlatayım" demiş. "Ama önce gül bahçesine çık ve bahçemin en güzel ama en güzel gülünü getir,"demiş. "Ama kapıya giderken seç, eve geri dönerken değil!"
Kadın şaşırarak "peki" demiş ve çıkmış bahçeye...
O büyüleyici güllerin arasında ilerlerken bir türlü karar veremiyormuş. "Şu güzel, bu güzel, yok yok belki ileride daha güzeli vardır" diye... Fakat bir bakmış ki bahçe kapısına gelmiş ve duvar dibinde gölgede kalmış bir kaç çelimsiz gülden başka gül yok?
Ne yapsın dönerken seçemeyeceği için ve o güller de güzel olmadığı için eli boş dönmüş.
Adam "Hani en güzel gül?" diye sorunca anlamış durumu...
Yaşlı zengin demiş ki:
"Anladın mı şimdi benim tüm hayatım boyunca niye evlenemediğimi? Doyumsuz olmasaydın eğer daha güzeli, daha iyisi, bunun rengi, bunun dikeni diye... Ve sarılsaydın dört elle sevdiğini, beğendiğini hissettiğin o güzelim güllerden birine, ellerin bomboş olmazdı benim gibi yolun sonuna geldiğinde..."
Bu hikâyenin değişik versiyonları mutlaka kulağınıza takılmıştır bir yerlerde. Aslına bakarsanız aile kurumunu oluşturmada incelik, sanırım bu hikâyenin verdiği mesajda saklı. Hayatı boyunca çok istemesine rağmen bir türlü o zevki tadamamış insanlar tanıyorum. Bugün malûm zihniyet tarafından evlilik kurumu alabildiğine ezilmeye çalışılıyor. Toplumsal anlamda evlilik yerine birlikte yaşam diye adlandırılan ‘bayağılık’ empoze edilmeye çalışılıyor.
Çoğu insanımız bunlara itibar edebilir. Ama yaşam da tecrübe ile sabittir öyle değil mi? Bakın yaşlı amca ha o, ha bu derken evlenemeden geçirmiş ömrünü.
Bu birlikte yaşam dedikleri de anlattığımız hikâyenin güne yansıyan deyişidir.
İnsan çoğu zaman elindekinin kıymetini bilmez. Belki de yaşlı amca yaşamının başlarındaki ilk gülün kıymetini ve önemini bilseydi, evlenmiş olacaktı…
Bakın hikâye bir yana, siz benim ne demek istediğimi çok iyi anladınız. Evli olan okurlarım lütfen bugün küçük bir değişiklik yaprak evliliğinize verdiğiniz önemi hissedin ve hissettirin.
Evlenecek olan kardeşlerimiz ise itidalli yaptıkları seçimlerinin üzerine gitsinler. Zira Allah’ın emri olan bu çizgi mutlaka süreğen olmalıdır.
Burada sevdiğim bir sözü aktarmamda yarar var: "Ben sevgiyi hiç kaybetmedim ki bulunca kutlamış olayım!"
Dünyada milyonlarca insan sevgisizlikten kıvranırken Ey sevgili toplum, sevgimizin kıymetini bilsek bir şey kaybetmeyiz herhâlde. Yaşlı amca’nın düştüğü hataya düşmemek dileğiyle… Herkese iyi pazarlar.