Zaman, merhametiyle kuşatır bizi. Bu merhametli kuşatıştan aldığımız cesaretle yaşadığımız her an’ı ona emanet ederiz. Meşru ama kimi komik, kimi acı, hayata/hayatımıza dair her şey, zamanın sessizliğinde kendine sabırla bir yer edinir. İpe sapa gelmez endişelerimizi, düşüncelerimizi alt-üst eden dertlerimizi böylesine sahiplenen zamana karşı savaşımız merhametsizcedir. Ya geçmek bilmez zaman, ya da bir anda geçivermiştir. Bu yüzden de tek suçlu odur.
Aynaya baktığımızda artık tanıyamadığımız o yüze karşı zamanın merhametsizliğini haykırırız.
Teoride henüz hiçbir şey yaşanmamışızdır. Oysa melankolik bakışlarımızın gözaltlarında, altı çizilmiş an’ların kusursuz iç içe geçmişliği bize acımasızca göz kırpar.
Yüzümüzdeki kırışıklıkları zamanın acımasızlığına yorarız. Aslında onlar, iyi ya da kötü, yaşanmış an’ların altı çizilmiş dingin anılarıdır.
…
Velhasıl, yaşamış olmanın özgül ağırlığıdır üzerimize çöken. Zaman kendi halinde içimizden dışımıza ve dışımızdan içimize bizi kuşatırken, bize varlığını bile hissettirmez. Bizim hissettiğimiz, varlığı-yokluğu veya geçicili-kalıcılığından öte zamanı nasıl kullandığımızla ilgilidir.
Kısacası, kendimize merhametsizliğimiz, zamanın merhametli yaklaşımı karşısında kendini ele verir: Yaşlandın, pörsüdün, tiridin çıktı… Zaman olmasaydı veya zaman kavramı olmasaydı da biz aynı sona ulaşmayacak mıydık? Elbette ulaşacaktık. Belki de zamanla kavgamızda kendimize yenilmiş olmak bizi üzen. Hatta pişmanlıklarımız, zamanın geçiciliğinden çok zamanında yaşayamamış olmaktır. Vecd içinde sarıldığımız duygularımız gevezeliğinden zamanın varlığını unutmuş olabiliriz. Olsun. Her şeye rağmen yaşamın coşkusu, zamanın anılarımıza sadakatindeki ısrarı bizi yaşamadığımız inkârından korur. İyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla, hevesleriyle ve pişmanlıklarıyla hayatımız zamanın da aynasıdır. Bu aynaya baktığımızda gördüğümüz zamanın bize dokunurken bizi şekillendirişinden çok, bizim zamana dokunduğumuzda zamana verdiğimiz suretin esrarında gizlidir. O esrarlı yüz zamanın merhametli kuşatışıyla bize bizim coşkulu öykümüzü fısıldar. Bu fısıltılar sadece geçmişin kendi kendine sayıklaması değil, geleceğin de müjdecisidir. Çünkü yaşıyor olmak dua edebilecek, şükredebilecek vaktimizin de var olduğu anlamına gelir. Kısacası en doğru zamandır ve zamanla kavgadan çok kendimizle barışma zamanıdır. İnsanın kendisine merhameti, zamanın yaşadıklarımıza merhametinden daha üstündür.