Zenginin Hikayesi

Erol Sunat

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde zenginleri çok olan bir şehir varmış. O memlekette bütün yollar o şehre çıkar, komşu diyarlara, hatta uzak diyarlara giden ve çıkan yollarda o şehirden geçermiş. Şehir ticaretin merkeziymiş. Bilinen zenginlerin dışında, kimsenin bilmediği, ben zenginim diye övünenlerin beş on katı daha zengin olanlar varmış.

Şehir geliştikçe, ilerledikçe şehirde birbirinden güzel köşkler, konaklar, saray yavrusu denilen yapılar çoğalmış. Şehrin zenginiyle, fakir fukarası arasında ise derin uçurumlar varmış. Şehrin yoksul mahallelerinde ahali ne yer ne içer, nasıl geçinir, nasıl ayakta durur, zenginler tarafından merak edilmezmiş. Fakirlere nazlanarak, zorlanarak, yardım eden bir zengin tabakası varmış şehirde. Şehrin bütün yoksulları o zenginlerin yanında çalıştıkları halde ne haklarını tam olarak alabilirler ne de bir talepte bulunabilirlermiş.

Sizin hakkınız bu kadar, biz böyle münasip gördük ya bu şekilde çalışacaksınız ya da hayatınızı bu şehrin dışında sürdüreceksiniz, kendiniz bilirsiniz diyorlarmış. Şehirde lafın gelişi köle filan yokmuş amma, fakir fukara köleden farksızmış. Şehrin sözü geçenleri, bu zenginlerle birkaç görüşme yapmışlar, ancak, kimse bizim malımızın ortağı değil karşılığını almışlar. Biz bir geçer fiyat belirledik. Ya ona razı olup, çalışacaklar yahut aç kalacaklar, bütün işler bizim elimizde. Bir dükkânda çalışacak dahi olsalar, o dükkanlarda bizin. Kervanlarda, hanlarda, aşhanelerde. Bu verdiğiniz karın doyurmaz, süründürür diyenlere ise kızıyor, işimize kimse karışmasın, ileri gitmesin, haddini aşmasın, sonu fena olur diyorlarmış.

Zenginlerle mücadele eden birkaç kişi bir süre sonra ortadan kaybolmuş. Şehirden gitti demişler, bilen yok demişler, yalancı şahit onlarca adam bulmuşlar, sıyrılıp çıkmışlar işin içinde. O karışık ve karmaşık günlerde Payitahttan bir tüccar gelmiş şehre. O gelmeden de haberi. Payitahtın en zengini, şehre yerleşmek istiyor, mülk alacak, dükkân bakacak gibi haberler duyulmuş önce. Şehrin zenginleri Sultanla aramız bozulmasın, bakalım ne yapacak diye ona az da olsa bir mühlet verelim, niyeti ne anlayalım demişler. Zengini şehrin kapılarında karşılamışlar. Konaklarında misafir etmişler. Beş on gün sonra da Beyim demişler, şehrimize gelmekte ki muradınız nedir? Bu şehir ünlüdür, meşhurdur amma, biz seni diyarlar arası ticaret yapan biri olarak duyarız. Bu şehir senin için ne ki? Misafirliğe geldiysen başımızın üstünde yerin var. Ticarete geldiysen, pişmiş aşımıza su katma, sana rakip oluruz, sana bu şehirde iş yaptırmayız, adamların pazarlarda bir bardak su bile satamaz. Kendi kervanların bu şehre giremez, giren kalamaz, kalan rahat ve huzur yüzü görmez!

Zengin adam, demek ki demiş sizinle işimiz var. Beni tehdit edersiniz öyle mi? Bu şehirde ne var ne yok, zorla insanların elinden üç kuruşa aldınız. Karşı gelenleri yok ettiniz. Sesi çıkanların sesini kıstınız. Ne hak tanıdınız ne hukuk! Bu memlekette kimse beni tehdit edemez! Lafı tam bitmiş ki,, içeriye bir anda zengin adamın adamları girmişler. Az önce Payitahttan gelen zengini tehdit eden beylerin bir anda kellelerini almışlar. Şehrin Vali Paşası, koşup gelmiş. Zengin, dur Vali Paşa demiş, seninle de işimiz var, daha seninle olan hesabı kapatmadık! Vali Paşa gerisin geriye dönmüş. Muhafız başına, o zengin Beyin adamlarına yardımcı olun demiş. Kim karşı çıkarsa, kim kargaşa çıkarırsa yakalayın atın zindana.

Zengin adam, şehirde kendi halinde duran etliye sütlüye karışmadığına neredeyse herkesin yemin edeceği bir adamı çağırtmış.

Gel bakalım kirli çıkı demiş! Bütün bu olayların müsebbibi sensin! Perde arkasında olan, bu sonradan görmeleri ön yüze çıkaranda sensin. Şehirli zengin, haşa beyim demiş. Doğrudur, bu şehrin bilinmeyen, parasının ne kadar olduğunu kendi dahi bilmeyen zengini benim. Lakin bana iftira ediliyor. Ne yapmışım, kime karışmışım. Zaten fitne başı olanların cezasını kesmişsiniz. Benden ne istiyorsanız emrinizdeyim.

Payitahttan gelen zengin bak sen şu işe demiş, şu andan itibaren neyin var neyin yok el koyuyorum.

Zengin adam, işte buna hakkın yok demiş, onlar benim. Sultana giderim. Senin bu yaptıklarını anlatırım. Kellen gider. Hem sen kimsin ki?

Payitahttan gelen zengin, kılıç benim elimde demiş, senin kelleni aldığımda ne olur? Senden geriye ne kalır?

Şehirli zenginin eli ayağı titremeye başlamış. Adalet yok mu demiş! Adalet isterim. Bey, alın şu merhametsizi, vicdansızı, fitne başını gözümün önünden demiş, şehrin meydanında sallandırın ki, içten pazarlıklı olanlara, kirli çıkılara ders olsun!

Şehrin zenginlerinden arta kalanlar Vali Paşanın konağına koşmuşlar. Vali Paşam demişler, kim bu Bey, en önde gelen beyleri ortadan kaldırdı. Hepimizin ağasını az önce meydanda astırdı. Sen burada hiçbir şey yapmaz beklersin. Payitahta bir ulak gönder. Olanı biteni Sultanımıza arz et.

Vali Paşa yapamam demiş. Ne diyorsa onu yapın! Bir daha da konağıma yanıma gelmeyin!

Bu arada, şehirli zenginin fakir ve yoksul insanlardan almış olduğu ne varsa insanlara iade edilmeye başlanmış. Ancak, ahali rahat değilmiş.

İçlerinden yaşlı biri, beyim demiş, sen bizim hakkımızı geri verdin vermesine de üç gün sonra sen gideceksin, bunların artıkları, yeni bey, yeni ağa olacaklar, senin bize iade ettiklerini yeniden elimizden alacaklar. Bakma korktuklarına, aldanma sindiklerine, aldanma aman dilediklerine. Bizi köle etti bunlar beyim. Karın tokluğuna onlarca yıl çalıştık perişan olduk. Neredeydi senin gibi beyler? Neredeydi Sultan? Neredeydi Vezirler? Sağır mı oldu Payitaht? Nerede kaldınız beyim? Neden bu kadar geciktiniz? Biz kan kusarken siz ne yapıyordunuz beyim. Bu zalimleri, bu zulmü hiç mi görmediniz? Hiç mi duymadınız? Hiç mi sizi haberdar eden olmadı? Geciken adalet, adalet midir? Çektiğimiz onca sıkıntı bunların yanına kâr mı kalacak?

Payitahttan gelen Bey, haklısın baba demiş. Yerden göğe haklısın geç kaldık, geç döndük, geç gördük. Vebalimiz büyük, hepiniz şahit olun ki, bu şehirde, ben zenginim diyeni bırakmayacağım.

İhtiyar, anlaşıldı demiş, yeni zengin sen olacaksın, verdiklerini bir günde geri alacaksın, yeminle hepiniz aynısınız. Senin için memleketin en büyük zengini demişlerdi. Tek zengin ben olayım istiyorsun. Yazıklar olsun o Sultana, seni de bizim şehrimizdeki zenginleri de görmez! Ahalinin ne çektiğini bilmez.

Payitahttan gelen Bey, haşa baba demiş, yok öyle bir niyetim, bu şehirde durmayacağım, kalmayacağım, geldiğim gibi gideceğim, amma bu şehri öyle bir hale getireceğim ki, bir daha size bu acıları yaşatanların esamisi okunmayacak, size hiç kimse dokunamayacak! İhtiyar, çok zor amma demiş, yürümüş gitmiş. Payitahttan gelen Bey, çağırın şu Vali Paşayı demiş, bakalım bunca yıldır ne yapmış bu şehirde? Bir süre sonra Vali Paşa gelmiş Beyin huzuruna. Bey, herkesi çıkarmış, Vali Paşa ile baş başa kalmışlar.

Bey, sağ olasın Vali Paşam demiş. Sen olmasaydın, bu zalimlerin, bu vicdansızların, bu merhametsizlerin hakkından gelemezdim. Ancak şehrin fakir fukarası öylesine mağdur olmuş, öylesine hırpalanmış ki, rahata ve huzura erişeceklerine umutları dahi kalmamış. Senin yapacağın ilk iş, bunu tesis etmek. Vali Paşa, başım üstüne demiş, lakin siz asıl kimliğinizi açıklayacak mısınız?

Bey, elbette demiş, onu yapmazsam, ahali o umudu yeşertemez.

Ardından şehrin ahalisi şehrin meydanına toplanmış. Payitahttan gelen Bey, yanına Vali Paşayı da almış çıkmış ahalinin karşısına. Ey ahali demiş, beni hepiniz, memleketin en zengin Beyi olarak tanıdınız, öyle bildiniz. Ben zenginin gönlü zengin olanını daha çok severim. Ben memleketin yeni Sultanıyım. Sultan babam geçtiğimiz aylarda öldü. Benim ise ilk çözmem gereken mesele bu şehrin meselesiydi. Geldim, kendine zengin diyen zorbaları ortadan kaldırdım. Rahat olun, huzur bulun!

Anlatırlar ki; Bir daha o şehirde ne içten pazarlıklılar ne kirli çıkılar ne de fitne fücurlar kendine yer bulabilmiş. Bölüşmeyi ve paylaşmayı kendine şiar edinen zenginler herkese yardım elini uzatmış. Şehirde fakir fukara kalmamış. Şehir lafla değil gerçek bir huzur şehri olmuş.

Şehir şehire, Bey Beye, zengin zengine, Vali Paşa Vali Paşaya, İhtiyar İhtiyara, fitne başı fitne başına, merhametsiz merhametsize, vicdansız vicdansıza, ahali ahaliye benzer.

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.