Bedavaya kar kürümek bizimkisi...
Konya bu yıl son yılların en karlı kışlarından birini yaşıyor. “Ortalık kurak, yandık, öldük” diye ahım ahım yakınırken yılın son ayının son günlerine kadar insanları umutsuzluğa düşüren mevsimin kuraklığı Aralık ayının 21 inden sonra öyle bir geldi ki Konyalının deyimi ile bir geldi pir geldi maşallah. On gündür elimizde kürekler ile bazen sokakları, bazen evin bahçesini, bazen de evimizin balkonlarını kürüyüp duruyoruz. Ama asla bu beyaz örtü dene karın bereket olacağını unutmuyor şikâyetçi de olmuyoruz.
İnsanoğlunun istekleri çok olur. Hele bizim gibi yaşı ilerlemiş, böyle kışları çok görmüş, yaşamış insanların çocukları ya da şehir ortamında yaşamış dam kürümek nedir bilmeyen hiç görmemiş olanların… Haliyle buranın bir temizleyeni olmalı deyip muhatabı da belediyeler olunca ver yansın ediyor ağzına geleni sayıyor insanlar.
Bazı bazı hak vermiyor da değiliz bu gençlere. Çünkü eskiden bizim gençliğimizde böyle meteoroloji tahminleri çok belirli değildi. Köylülerin tabiri ile “yalancı kar yağacak diyor bakalım doğru çıkacak mı” diye latife derlerdi kışın barana oturmalarında. O tahminler de bu günkü gibi çok tutarlı olmazdı.
Şimdi öyle mi? Uzmanların, bu gök bilimcilerin tahminleri yüzde doksan tutuyor, pek yanılmıyorlar. Bir haftadır da meteoroloji çok uzun süreli ve yoğun kar yağışı olacağını bas bas bağırıyor. Bizim belediyelerin de hepsi yok şu kadar araçla şu kadar işçi ile karla mücadeleye hazırız diye kasalıyorlardı. Arkasından dilden gelen elden de gelse ah işte gelmiyor dercesine hizmete geniş Konya arazisinde yetişemeyip sınıfta kalıverince bu kurumlar, halk da bu duruma isyan etti. Karları yağdığına yağacağına pişman ettirdiler.
Yaşım yetmişi geçti ama hiç şikayetçi olmadım durumdan. Arabamı çıkarmak için de kar kürüdüm sokak da, balkon da temizledim hatta evimin bahçesindeki müştemilatın çökme tehlikesine karşı merdiven koyup çatıdaki karları bile indirmeye çalıştım.
Rabbimize binlerce şükürler olsun hem yer altı sularımızın çekilmesi ile oluşan obruk çöküntülerinin oluşmasını engelleyecek hem yaşamın ana maddesi olan buğdaygillerin bol olmasını sağlayacak hem de meyve ve sebzelerin bol olmasına vesile olacak.
Bizim küçüklüğümüzde öyle kar yağardı ki hem de Kasım ayında başlardı yağmaya… Haftalarca devam eder günde hiç çatılı damı olmayan köyümüz evlerinde bazen 2 bazen de 3 defa damlardan kar kürürdük. Köyün sokakları iki katlı olan hanay evlerimizin damlarının boyuna çıkardı biz çocuklar damdan dama atlar kartopu oynardık. Büyüklerimiz mahalle çeşmesine malları su içmeye götürmek için çığır açarlardı. Günlerce kazma kürek çalışarak… Başka çaremiz yoktu… Analarımız, bacılarımız, hatta beylerimiz bile 500 hanelik köyün belirli yerlerinde bulunan çeşmelerinden içecek ve diğer ihtiyaçlarımızı görecek suları testilerle evlere taşırlardı. Ama hiç şikâyetçi olmazlardı. Yaşam böyle idi yani bu duruma herkes razıydı. Arabası var da onu mu çıkaracak, dağda ağılda davarı var ise onun çobanına azık giderdi. Mallar dağdan doymuyorsa onlara yem, ot, saman giderdi merkepler atlarla ağılın damlarını kürümek için ailenin gençleri gider o işleri yapardı. Bunları yazarken hem Rabbime daha bol karlar versin diye dua ediyor hem de geçmiş yaşamları ve atalarımdan dinlediklerimi hatırlamaya çalıştım neler neler geldi geçti aklımdan.
Babacığım merhumun anlattığı bir kar hikâyesini anlatayım da yazımı süslesin bu önemli hatıra. Sene 1942 ya da 43. Babam merhum bir arkadaşı ile arkadaşı olan Abbas Alisi gelir seviyesi kıt olan köyümüzde sigara paraları bitmiş, güneşli bir günde ormandan merkeplere ikişer yük odun kesmişler, yola çıkmışlar. 40 kilometreden daha fazla olan yolu yürüyerek Konya’ya gelmişler. Yükünü ikibuçuk liradan iki yükü beş liraya satıp ev ihtiyacı görecekler, sigara parası da yapacaklarmış. Mevsim kışa yakın olunca Konyalı işini bilir, odununu, kömürünü erkenden alırmış, böylece odunlar hemen satılmış. Yorgun oldukları için “Ayna civarındaki Kara Mustafa’nın Hanı’nda yatalım sabah erkenden köye gidelim” deyip merkepleri bağlamışlar. Hanın ahırına kendileri de handa birçok köylünün kaldığı umum bir salonda ceketlerini kafalarına bürüyüp yatmışlar. Sabahleyin bir de bakmışlar ki her yer bembeyaz 30-40 cm kar var. Köye gitmek mümkün değil… Ayaklarında ayakkabı yok, çarık giyiyorlar. Bir hesap yapmışlar aldıkları odun parası hancıya iki gün ancak yeter, ne yiyecekler ne içecekler? Varmışlar Hancı Mustafa Ağa’ya, “Ağa biz galdık han bucaklarında ne yapalım paramız da yok”. Hancı demiş ki “Kaç paranız var?” “Beşer liramız var ağa” demişler. Hancı da “Siz dağlısınız iyi dam kürürsünüz, gidin Çıkrıkçılariçi’nden iki kürek alın mahalleye çıkın, dam kürürüz diye bağırın bol para kazanırsınız” diye akıl vermiş hancı.
Birer liraya iki kürek alıp gelmişler, ama ayaklarındaki çarıkları kardan kayıyor, deliniyor, içerisine su alıyor, yine hancı imdatlarına yetişmiş “Şu depoya inin orada eski eskeriye potinleri var onlardan ayağınıza bir papuç uydurun. Gidin başımdan geç kalmayın para kazanın. Han parasını bağışlamam. Saman arpa ister eşekleriniz, hadi!” diye çıkışmış hancı, onlar da gitmişler. Tahtatepen, Çaybaşı, Hacıfettah derken akşama kadar sattıkları odun parasının üç dört mislini kazanmışlar. Ertesi gün bir daha çıkmışlar, o kadar olmasa da o günde bir hayli para kazanmışlar. Üçüncü gün artık Araplar, Sedirler tarafına gitmişler ama o mahallenin insanları çok dam kürütmemiş… Neyse işte, bizim yolcular bol para gazanmışlar Konya’da. Bol cıgara ve çoluk çocuğa yiyecek erzak alarak sevinçle köye dönmüşler.
Şimdi bizler karları bedava kürüyoruz, şikayetçi değiliz. Allah bol versin de yine kürüyelim. Karlı kış yağmurlu bahar bereketli yaz ile rızkınız bol olsun. Sağlıcakla kalınız…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.