“SEN BİZDEN DEĞİLSİN”
Kültür dünyamızın kilometre taşlarından olan ve fikir adamı, kitapları okunduğu zaman sizi bir taraflara alıp götüren harsımızın çok önemli düşünce adamı ve münevver bir insan olan Cemil Meriç’in bir Konya yolculuğu vardır.
Bu yolculuk, harsımızın mimarlarından olan Meriç için aslında bir dönüm noktasıdır…
***
“Konya yolculuklarımda ilk defa olarak başkası ile temas ettim. Başkası, yani, kendi insanım. Kaderin karşıma çıkardığı genç üniversiteli ‘sen bizden değilsin’ dedi. ‘Sen bizden değilsin’! Evet, ben onlardan değilim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisi idi. Tanzimat’tan bu yana Türk aydınının alın yazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu başkaları hazırlamıştı. Biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuşlardı. Ama bu ütopya sonuna kadar yaşanmadıkça, gerçeği görebilir miydik? Kalabalık, kayaya yapışan bir midye şuursuzluğu ile geleneklerine sarılmış, cebin ve uyuşuk. Arada bir uyanır gibi oluyor. Sonra tekrar dalıyor derin uykusuna. Avrupa’yı tanımamak, gaflet. Avrupa’yı tanıyan, ülkesinden kopuyor. Bu lânet çemberinden nasıl kurtulacağız? Gerçeği görmek hatayı sonuna kadar yaşamakla mümkün. Yığın Avrupalılaşırken, aydınlar Türkleşmeli. Ve çalışmaya başladım. Spinoza kırk dört yaşında ölmüş. Nietzsche kırk dört yaşında delirmiş. Ben yolumu kırk dört yaşından sonra buldum.”
***
“Meriç, kendisini mağaradan çıkarak ve “bu ülke”ye getiren Konya yolculuğunu anlatırken sadece aydınları değil, halkı da eleştiriyor. Halka sahip çıkarken ve aydınların ütopyalarına ve arayışlarına da sahip çıkıyor. “Gerçeği görmek için hatayı sonuna kadar yaşama” hürriyetini savunuyor. Aydınlara yerliliği, Türkleşmeyi salık verirken, halkı da geleneklere şuursuzca sarılıp Avrupa düşmanlığına sapmayacak bir Avrupalılaşmaya çağırıyor. Aydın bir zümreden, partiden, merkezden emir almaz ama tarihe angajedir, kucağında yaşadığı topluma karşı sorumlulukları vardır. O yüzden aydınlar mağaralardan çıkıp, kaçmaya son vererek “bu ülke”ye dönmelidir.”
***
“Aydınlar” bu ülkeye nasıl dönerler ki…
Sahiden dönerler mi?..
Ben bir “zümreden, partiden, merkezden emir” almayan gerçek münevverleri kastediyorum.
Yâni ‘susan dilsiz şeytan’lardan olmayan münevver insanımızı arıyor, ne yazık ki 15 Temmuz’dan bu tarafa gerçekleri konuşmak adına pek göremiyoruz, onları…
Halkımızla “aydın” arasındaki kopukluk hâlâ devam ediyor.
Aydın kesimin ne yazık ki halkımızı hor ve hakir görmeye, aşağılamaya, jakoben bakışlarını değiştirmeye hiç niyeti yok!
Kendi halkına yabancılaşmış o “aydın” zümreyi, ‘bu ülke’ye döndürmek adına, onları hızlı bir tren yolculuğuna çıkartıp ilk karşılaştıkları genç insandan “sen bizden değilsin” azarını işitmelerini nasıl sağlayabiliriz?!..
‘Aldananlar’dan olanlara bir şey demiyorum da…
Halkımızı senelerden beri ‘aldatanlar’ yok mu…
15 Temmuz’da o zümrelerin halkın karşısına hangi suret ve biçimde çıktıklarına dünya şahit oldu.
Hadi ‘aldananlar’ gaflet içerisinde yüzüyorlardı diyelim…
Yâ ‘aldatanlar’ın bu kadar hainliklerine ve Ganaralaşmış tiplere sahip olacaklarına o kadar insanı, o kadar yöneticiyi nasıl inandırdılar…
Suya kanmak gibi nasıl kandırdılar o kadar insanı, toplumu ve ahaliyi…
Demek ki “büyülü kutu” ve kitle iletişim araçları, vaadler, iltimaslar, torpiller, adam kayırmalar, devlete sızmalar, ihtiraslar insanları bir arada yaşama ve yaşatma kültüründen uzaklaştırarak kardeş olma ve kılma yerine düşmanlıkları o kadar artırıyor.
AZİZİM DİYOR Kİ…
Cemil Meriç’in ülkesi hepimize yeter de artar bile…
Yeter ki biz, önce insan olmasını, önce kardeşlik hukukunu ve muhabbeti öğrenelim.
Muhabbetle kalınız efendim!..
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.