60’lı yılların futbolunu özlüyorum
Bundan 55 yıl öncesinin futbolunu, futbolcusunu, antrenörünü, hakemini ve tabii ki seyircisini özlüyorum. Nasıl özlemeyeyim ki! “İsmail Detseli sen futbolu bilir misin futbol da yazar mısın?” diyorsunuz. İlk önce şunu belirteyim, 1960’lı yıllardan beri futbolla ilgilenirim hem de çok severim sporu, tabii herkes gibi futbolu.
Köyden İzmire gittim, aradan 6 ay kadar geçti bir lokantada çalışmaya başladım. İşte futbol aşkı da burada düştü gönlüme. İşyerimin sahibi Eşrefpaşa semtinde doğup büyümüş İzmirspor’un kuruluşunda bulunmuş bu kulüpte 5 kardeş top koşturmuş olan merhum Rifat Aydinç idi. Patronum Rifat abi merhum Cezmi, Tosun, Nazmi, Rifat, Reşat kardeşler olarak İzmirde tanınmış adından söz edilen emektar futbolculardı. Her yıl futbol sezonu açılışına mutlaka bu isimler çağrılır, bütün Eşrefpaşalılar Yapıcıoğlulular, Yağhaneciler, Çimentepeliler, Kadifekaleliler hafta sonları öğleye doğru bütün taksi ve otobüs duraklarında çığırtkanlar “hadi maça maça” diye feryadi figan ile durmadan adam taşırlardı Alsancak stadyumuna. İzmir takımları İzmirspor, Altay, Altınordu, Göztepe, Karşıyaka gibi popüler takımlardı. Ülkemizin efendi ve kibar fotbolcusu olarak tanınan Metin Oktay merhum da bu şehirde yetişmiş önce Damlacıkspor kulübünde sonra İzmirspor’da oynayıp Galatasaray kulübüne transfer olmuştu. İzmir’in bu eski futbolcularını İzmir’de bir takımla maç yapmaya geldiklerinde mutlaka bu büyük ağabeylerini ziyaret eder, onlarla geçmişi konuşurdu. Bu meşhur merhum metin ağabeyimi çalıştığım lokantada Rifat ağabeyimi ziyarete gelişinde bizzat tanışıp kendisine yemek servisi yaptığımda 16 yaşında idim. 40 lira haftalıkla çalışıyordum o gün Metin Oktay bana 20 lira bahşiş vermişti. Neden? Patronum Metin “Bu İsmail fanatik Galatasaraylı senin de hayranın aman siz mağlup olmayın siz mağlup olunca bu tuvalete girip orada ağlıyor” dediği içindi, Allah rahmet eylesin.
Bu halkın çok sevdiği spor olan futbolu İzmir’de duyup öğrendim, hatta çok maçlara bile gittim. Ardından İstanbul’da kaldığım 5-6 sene zarfında ise o eski, toprak sahalarda koltukları beton olan stadyumda beraber şarkılar türküler söyleyerek giderlerdi. Dolmabahçe stadyumuna otobüslerle taksilerle, her takımın taraftarları “bugün size beş çekeceğiz” yok “biz sizi eze eze yeneceğiz” şeklinde takılarak maça giderlerdi.
Maçta hep beraber karışık vaziyette oturup gol atanların aynı sırada sevindiği gol yiyenlerin aynı hizada dip dibe üzüldüğü birbirlerini teskin ettikleri insanları özlüyorum. O günlerin İstanbul takımlarını sayayım mı? GS, FB, BJK, bunların dışındaki takımlara bakar mısınız. Süleymaniye, Yeşildirek, Beyoğlu, Galata, Beylerbeyi, Feriköy, Eyüpspor, Beykoz, Anadoluhisarı Karagümrük, Adalet, Sarıyer, Vefa, daha unuttuklarım vardır, bunların hepsi de 24 takımlı Milli Lig’de oynayan takımlardı. Anadolu takımlarının liglerde hiç esamesinin okunmadığı o yıllarda üç büyük şehir takımları bilinen kulüplerdi.
Peki Ankara’da hangi kulüpler vardı. Ankaragücü, Gençlerbirliği, Şekerhilal, Hacettepe, Güneşspor, Altındağ, PTT, daha birçok unutulmuş takım bazı maçlarda büyük takımlara kök söktürürdü.
Bütün bu kulüplerin taraftarları maçlara standartlara uygun olan Ankara’da 19 Mayıs Stadyumu, İstanbul’da Mithatpaşa (Dolmabahçe) Stadyumu, sonraları Alisamiyen, İzmir’de Alsancak Stadyumu, gibi toprak sahalarda top koşturup dünya devlerine kök söktüren belki yeni bir kramponu hatta formasını bile zor bulan ama amatör ruhla oynayan kulüp ve Milli takım futbolcularımız sporu sadece zevk ve eğlence bilip amatör ruhla takımlarını seyredip destekleyen seyircilerimizdi. Macarları 3-1 yenerek dünya spor kamuoyunu günlerce meşgul eden Millilerimiz.
Dünya ordulararası futbol şampiyonası düzenlenirdi. Bu turnuvanın şampiyonu mutlaka bizim ordu milli takımımız olurdu. Ben ne kadar futbol seyretsem de takım dizilişlerini ileri üçlü geri dörtlü bu tabirlere aklım ermiyor. O zamanlar Kaleci, Sağbek, Solbek, Sağhaf, Solhaf, Santraf, Sağiç, Soliç, Santrafor, Sağaçık, Solaçık şeklinde dizilirdi takımlar genelde.
Gelelim şimdiye... Sahalar çim, toplar dünya standardında, formalar nerede ise ipekten denecek kadar kıymetli kumaştan, kramponlar ise insanın giymeye dahi kıyamayacağı güzellikte buna rağmen bir yabancı futbolcu hayranlığı aldı yürüdü 5-6 derken sanırım sayı sınırını serbest bıraktılar takımları seyrederken ya da televizyonda dinlerken isimleri duyunca sanki bir yabancı ülke takımını izler gibi oluyorsunuz. Oysa onca paralar yabancılara verileceğine ülkemizin meraklı ve becerikli genç yeteneklerine harcansa hem kulüplerimiz güçlense kulüplerin güçlenmesiyle milli takımımıza yetenekli futbolcular yetişse diyorum. Ama bir de bakıyorsun ülke içerisindeki kulüpleri bilhassa adı büyüğe çıkmış olanların idarecileri taraftarlarına şirin görünmek için akıl almaz işler yapıyorlar. Sporun içerisine kin ve nefret tohumları ekiyorlar, sonrasında sahalardaki taraftarları kavgalara dövüşlere küfürlere sevk ediyorlar.
Şimdi Fener-Trabzon maçındaki çizgi hakemine 17 yaşında bir gencin saldırması, seyircilerin sahaya yabancı maddeler atmaları hep bu nefret tohumlarının meyveleri... Eskiden saha ile tribün arasında tel örgü de olmazdı. Çokça polis de olmazdı, ama sahaya saldıran hakem döven 17 yaşında olunca da çocuk muamelesi görmezdi. Çocuk denen kişi 89 dakika oynanmış bir maçı tatil ettiriyor, bu kabul edilemez. Espri olsun da gülün. Sadece şu yaşanırdı bir futbolcu maçtan atılacak mı, bir faul yaptığı zaman kırmızı kart olmadığı için hakemin sahadan çık dediği futbolcunun çıkmam itirazı uzun sürerdi. Spora futbola kalite gelmesi, özlediğim eski seyirci ve futbolcuların çoğalması dileğimle.
Ogünlerin kısa boylu afacan futbolcusuna şöyle söylenirdi. Tezahüratlardan aklımda kalan...
"Ya Mustafa ya Mikro Mustafa
Kornerden gol atar kerata
Şeri şe teto şeri şe teto
Kafayı vurunca gol oluyo
Naci’yi geçmek biraz zor
Sen Lefter’i Macarlara sor
Macar kalesine bulmuş yol
Pas İsfendiyar’dan Metin gol
Ya Mustafa ya Mikro Mustafa
Kornerden gol atıyor kerata"
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.