Ne büyük seâdettir
İslâm büyüklerini tanımak, tanıtmak ve sevmek ne büyük seâdettir. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi vesellem), “Kim bir müminin hayat tarihini yazarsa, onu yaşatmış gibi olur.” buyurmaktadır. Bu hafta Van Belediye ve Üniversitesinin düzenlediği sempozyumda, “Osmanlı Dönemi Vanlı Âlimler ve Edipler” adlı bildirimi sundum. Hamdolsun başta Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, Seyyid Fehîm Arvâsî ve Sıbgatullah Arvâsî olmak üzere 68 Vanlı âlim, evliyâ ve edibin hayatları ile nadir tabakât Kitaplarından ve Türkiye ihtisas kütüphânelerinden tespit edebildiğim Arapça, Farsça ve Osmanlıca elyazması ve matbû eserlerini topluca bilim dünyasına arz ettim. Bu vesîleyle kabr-i şerîflerini ziyaret etme şansına sâhip olduğum bu mübârek zatlardan ülkemizin manevî mimarı olan ve herkesin bilmesi zarûret mahallinde bulunan Seyyid Abülhâkîm Arvâsî hazretlerini burada kısaca tanıtmayı bir vazife telakkî ettim.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, Osmanlının son devir âlim ve velîlerindendir. 1865’de Van vilâyetinin Başkale kasabasında doğdu. İmâm-ı Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım soyundan olup seyyiddir. Hazret-i Ali'ye kadar bütün babaları âlim ve velî idi. Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, mürşîdi Seyyid Fehîm hazretleri tarafından Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çeştî tarîkatlerinden de icâzet aldı. Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin Arvas’da büyük ilmî faâliyetleri oldu. Bunu kendileri şöyle anlatmaktadır:
“Memleketimizde, mevcut medreselerden ayrı olarak, bana miras kalan mallardan bir medrese yaptırdım. Mevcut kitaplara ilâve sûretiyle zengin bir kütüphâne kurdum. Talebenin yiyeceği, giyeceği, yatacağı, yakacağı tarafıma ait olmak üzere de, o medresede 29 yıl ders okuttum. Birçok âlim ve fâdıl yetiştirdim.”
1914 yılında Birinci Dünyâ harbinin başlarında Rus askeri İran tarafından gelerek, Doğu Anadolu'yu işgale başladı. Hızla silâhlanan Ermeniler, Müslümanların mallarını yağma etmeye koyuldular. Daha sonra evleri, çarşıları, medreseleri ve câmileri tamamiyle yakıp kül ettiler. Nitekim Seyyid Fehîm-i Arvâsî'nin o zaman kısmen yanmış iki elyazması Kur'ân-ı kerîm'ini tamir için, Arvâs'tan Konya'ya getirdim. Büyük sıkıntılarla Irak topraklarından başlayarak hicrete mecbur olmuşlar, Musul’da nüfus 150 iken, çok kayıp vermişler, Adana’dan sonra 20 kişi ile Eskişehir’e girebilmişler. Bir kısmı Konya’da kaldılar. Bunlar arasında benim hısımım da var. 1918 senesinin Nisan ayı ortalarında İstanbul'a geldiler. Dâhiliye Nezareti (ıçişleri Bakanlığı) müsteşarı olup sonra Evkaf Nazırı olan ulemâdan Hayri Efendi tarafından, o sırada sağlık ocağı olarak kullanılan Eyyûb Sultan Yazılı Medrese’de yerleştirildiler. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri daha sonra Gümüşsuyu Tepesindeki Kaşgari Dergâhının şeyhliği, imâmlığı ve vâizliği ile vazîfelendirildi. Bu arada 5 Ağustos 1919'da Sultan Vahideddîn Han tarafından Süleymâniye Medresesi’ne tasavvuf müderrisi olarak da tâyin edildi. Böylece hem çeşitli câmilerde vâz ederek ve hem de üniversitede hoca olarak islâmiyeti yaymaya başladı. Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, “Gittiğiniz yerlerde, ahlâkınızla, sözlerinizle, giyinişinizle islâmın vakârını, kıymetini gösteriniz. Gördüğünüz her musîbet ve felâket, kızgınlığın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır. Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe; ızdırap ve felâketten kurtulamaz. Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür. İlim cehli izale eder, yok eder, ahmaklığı değil. Cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi, îmân eksikliğidir.” buyurmuşlardır.
Dîni dünyâ çıkarlarına âlet eden yobazlara karşı Eyyûb Sultan, Fâtih, Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy ve Beyoğlu Ağa Câmii kürsîlerinde vaaz ettiler. 27 Kasım 1943'te vefât ettiler. Vefât ânında hafif bir zelzele oldu. Ankara-Bağlum’a defnedildi.
Allahü teâlâ cümlemizi şefaatlarına nâil eylesin.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.