BUNDAN SONRA BANA IRAKLI, SURİYELİ DEMEYİN…
Bu satırları öğle saatlerinde yazıyorum. Çoğu zaman yazımı yazmak için bu saatlere bile kalmam. Ama bugün bileyerek, hatta biraz oyalanmak istedim. Ruhumun dinginleşmesini bekledim. Öfkemi dindirmek için biraz şehri turlardım bir iki dost ziyareti yaptım. Yani kısaca kafamı dağıtmaya çalıştım.
Bu arada dünkü önemli konuğumuz Emine Erdoğan Hanımefendi ve beraberindeki heyet için emniyetinden belediyelere “kırmızı alarmda” olağanüstü çalışmalara şahitlik ettik.
Neyse gelelim bugün canımızı sıkmaktan öte nakavt olmuş boksör gibi çökmeme neden olan olaya.
…………..
Bizim mesleğimiz gereği her kesimden ama aklınızın ucuna dahi gelemeyecek kesimlerden tanıdıklarımız vardır.
İnşaat sektöründe de çok tanıdık dost isim vardır. Bunlardan birisi de adam gibi adam Yaşar abimdir. Yaşar abiyi sonradan tesadüf eseri tanıdım. Ama zamanla aramızda çok güçlü bir gönül köprüsü kuruldu.
Yaşar abi devletine milletine bağlı her şeyi yasal, hayatını da İslami çerçevede en iyi şekilde yaşamayabilmenin gayreti içerisinde tırnakları ile bir yerlere gelmiş ya da gelebilmenin çabasında bir iş adamıdır.
Zaman zaman şahit oluyordum, yanında Iraklı ve Suriyeli işçiler çalıştırıyordu. Bu konuda da kendisi ile sohbet edip bir işveren gözü ile durumu öğrenmeye çalışıyordum. Özünde kendisi bu konudan muzdaripti. Bu insanların yasal yollardan çalışmasını istiyordu. Belli yerlere bu insanları çalıştırmak için müracaat ettiğinde ise kendisine resmi görevlilerin, “Bize görünmesinler yapılacak bir şey yok” dendiğini filan da hatırlıyorum.
İşin bu faslını şimdilik geçelim, çünkü konumuz bu değil. Büyüklerimiz bunu zaten en iyi şekilde biliyorlar.
……….
Bu Iraklı, Suriyeli işçiler vatanlarını terk etmek zorunda kalan çoluk çocuk savaştan dahası ölümden kaçan düşmüş insanlar. Bizler bu insanlara kucak açıp maddi manevi yardım etmek zorundayız. Bu konu hem insanı hem de İslami olarak bizim vazifemiz, görevimiz.
Olaya hep böyle baktım.
Haaa onlar çay, yemek molasında iken onlarla aynı masaya oturup onlarla çay içtim. Onların yediklerinden yedim. Onların yaşadıklarını anlamaya çalıştım. Onlar çat pat Türkçeleri ile anlattılar ben anlamaya çalıştım. Mesela Irak’tan Şiilerin zulmünden kaçıp gelen vücudundan mermiler çıkartılmış Hamza ile dertleştim. Zamanla Hamza ile arkadaş oldum.
Bu insanlar hoca “Allahu ekber” dedi mi ortam, şart ne olursa olsun hemen namazlarını kılıyorlar, bu arada Türkçeyi çat pat öğrenmeye çalışıyorlardı. Onlarla çalışan bizim işçiler tek kelime Arapça öğrenmez iken onlar Türkçeyi söktürmeye başlamışlardı.
Bu arada bu insanların patronlar yanlarında değilken şikayetçi oldukları durumlar da var.
Mesela Türkiye’de çalışma saatlerinden çocuklarının okul saatine kadar şikâyetçiler idi. Orada yarım gün çalıştıklarını burada sabahtan akşama kadar çalıştıklarını. Orada bir haftada aldıkları parayı burada bir ayda aldıklarını söylüyorlardı.
Empati yapıp şikayetlerini makul kabul ediyordum.
Bu tür sıkıntılar her milletten insanın, adı üstünde insanın yani dünü, yaşadıklarını unutup sürekli isteyen, doymayan naçiz kullar için geçerli bir kuraldı.
…………….
Burayı da geçtik.
İşte dün sabah vücudundan mermi çıkartılan Şiilerin zulmünden ateşinden canını yaralı olarak kurtaran ailesiyle Türkiye’ye kaçıp Bosna’ya yerleşen Hamza’nın geçtiğimiz hafta İstanbul’a giderek Amerika’ya gidebilmek için ABD İstanbul Başkonsolosluğuna müracaat ettiğini öğrendim.
Oysa biz saatlerce Hamza ve arkadaşları ile hatta akrabaları ile Irak’ı bu hale getirenlerin, kendilerini vatansız yurtsuz edenlerin, evsiz barksız bırakanların, on binlerce kadın kıza tecavüz edip insanlık vahşetini yaşatanların Amerika, İsrail, İngiltere gibi değişmeyen ve değişmeyecek ittifakı konuşmuştuk.
Biz Hamza ve arkadaşları ile akrabaları ile aynı şeyleri söyleyip aynı şeylere inanıyorduk.
Eeee şimdi bizim Hamza, Amerika’ya gitmek istiyordu öyle mi?
Amerika kabul etse bizim Hamza, Amerikan vatandaşı olacaktı öyle mi?
Bu durumu birebir öğrendikten sonra, şirkette çalışan mühendise durumu açtım ve bunun nasıl bir ruh hali olduğunu öğrenmek istedim. Belki de bu insanlarla sabahtan akşama kadar çalışan kişiden içimi rahatlatacak bazı şeyler duymak istedim.
Duymaz gomaz olaydım.
Genç mühendis demez mi “Abi bunda ne var ki? Bugün Avrupa kapılarını açsın bir tanesi Türkiye’de kalmaz. Burasının cennet olduğunu biz daha anlayamadık ki onlar anlasın. Sen daha bizim bildiklerimizi bilsen ne yapacaksın?”…
Ahaaa.
……..
Allah’ım sen bizi beterinden koru. Ben bu insanları gördükçe kendi hayatımı daha da sadeleştirmeye çalışıyordum. Bu insanlara maddi manevi yardım etmek için çırpınıyor sonra da huzur buluyordum.
……………….
İslam dünyasının içinde bulunduğu bu durum hiç mi değişmeyecekti?
Hamza yıktın beni.
Hamza, ülkelerindeki vahşetten kaçıp gelen, devletçe, milletçe bağrımıza bastığımız ve kabullendiğimiz Iraklılar ve Suriyeliler adına tüm görüp bildiklerime, inanmaya çalıştıklarıma sünger çektirdin.
Tecrübe dedikleri şey hani yaşanmışlıkların toplamıymış ya.
Dün sabah bir şey daha öğrendim. Ama çok mutsuzum. Keşke öğrenmeseydim. Keşke bu konuda cahil kalsaydım.
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
Bir elin yaptığını bir başka el yıkar.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Şu soğuk günlerde birbirimize ve tüm canlılara karşı biraz daha şefkatli bakmayı becerebildiğimiz zaman daha iyi ADAM oluruz
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.