Kış kurak giderse bahar n’olur?
Atalarımız tahıl ambarı Konya için “has ekmek kör memleket” derlerdi. Artık has ekmeğimiz de tarihe karşı kör memleket oluşumuz da sıkıntılı. Bu deyim geçerliliğini yitirdi bence. Çünkü has ekmek için gevrekli olan eski karasabanla emek, orakla biçmek yok.
Bu yıl kışımız çok kurak bir mevsim yaşatıyor bize. Allah korusun baharımız şen gelmeyecek. Bu kurak hava devam ederse yandığımızın resmidir. Geçen yıl Rabbim gerek kar yağışları ile gerekse yağmurların bol yağışı ile yüzümüzü güldürmüştü bu yıl ise kara kış yağışsız geçti. Zemheri de ise öyle ahım şahım bir kar ve yağmur yağışı olmadı. Görüntü çok vahim ama Allah’tan ümit kesilmez. Onun hazinesine rahmetine güveniyor, merhametine inanıyoruz. Kara kış dedim de bazı basın yayın organlarında bol kar yağınca hangi ayda olursa olsun kara kış bastırdı, kara kış yüzünü gösterdi gibi söylemler duyar ve yazılar okuruz. Aslında kara kış eski atalarımızın bize anlattığına göre Kasım ayının 5-6’sında başlar Aralık ayının 21’ine kadar sürer bundan sonra ise Zemheri (Erbain) başlar. Bu Zemheri 40 gün sürer. Yani Erbain Arapça’da kırk demektir. Zemheri de Ocak ayının 30’una kadar sürer sonrasında Hamsin gelir. Yine Hamsin Arapça söylenişi ile 50 demektir, hams 5 hamsin 50’dir. Bu kış da Şubat’ın 20’sine kadar sürer. Bu kışın içerisinde cemreler ve Mart dokuzu vardır. Sultan Nevruz vardır yani Konya’nın kışı ataların deyimi ile “Kasım 150 yaz belli” demektir. Bu ne demek? Yılı ikiye ayırır eskiler Kasım günleri Hızır günleri diye. Kasım günleri güz mevsimi ve kış aylarını temsil ederken Hızır günleri ise bahar ve yaz aylarını mevsimlerini temsil eder.
Eskiden Konyamız’a o kadar çok kar yağardı ki Kasım ayı başlarında düşen ilk karın ardından sık aralıklarla kar devam eder, damlardan atılan karlar sokakları doldurur, damların boyuna çıkar, yollar kapanırdı.
Evlerde çeşme yoktu. Gerek içeceğimiz suları analarımız testilerle çeşmeden taşımak için gerekse malların köy kıyısındaki pınarlara gidebilmesi için köylüler imece usulü kazma kürekler ile yol açarlardı. Hatta Konya’ya gelip gidecek vasıtaların olmadığı zamanlarda köyden Konya’ya merkeplerle acil ihtiyaçlar için gidilip gelinen şehir yolu bile köylülerimiz tarafından imece usulü ile açılır, merkep at ve katırlarla şehre ulaşım sağlanırdı.
Üst üste yağan karların ardından oluşan şiddetli tipiler ile donan karların üzerinde okula giderdik. Ya okul yolunda ayağımızın altında kırılan donmuş karların içerisine düşen 2. 3. sınıf talebeleri... Onları kurtaran olmaz ise donarak ölüm tehlikesi geçirdikleri bile olurdu.
Dağlarda yiyecek bulamayan kurtlar, tilkiler, köy civarlarına iner, açlıktan evlerimizi koruyan köpeklere rağmen kenarda kıyıda kalmış koyun ve keçilere saldırırlardı. Aç tilkiler de evlerin altındaki kümeslerden tavuk kaçırırlardı.
Tabi bu kurtların, tilkilerin gelecekleri yerleri bilen köyün kurt avcıları ölmüş bir eşek, at, katır veya murdar ölmüş koyun keçi leşini köy civarlarında karların üzerinde sürükleyip iz bırakırlardı. Sonra kıyıda bir yere o leşi kazıkla çakarlara kendileri de üzerlerini gayet sıkı elbiseler ile giyinip sarınır bürünürlerdi o leşe gelecek kurtları tilkileri gece avlarlardı. Şayet bir kurt avlarlar ise onun derisini tulum çıkartırlar içerisine kuru otlar doldurur kurtu diri imiş gibi içersinden geçirdikleri bir sırık marifeti ile iki kişi omuzlarında taşıyarak hem kendi köyümüzde hem de civar köylerde gezdirirler davar sığır sürüsü olan köyün zenginlerinden yağ bulgur ve benzeri yiyecekler alırlar geceler boyu bekleyip de av vurmanın bedelini almanın zevkini tadarlardı.
12 yaşlarımda çoban iken yaşadığım bir anımı paylaşarak yazımı tamamlamak istiyorum. Köyümüzde yaz günü sığırları otlatmak için çoban duranlar Hıdırellez günü çobanlığa başlar, Kasım ayının 1’i ile 5’i arasına kadar dururlardı. Kış sığırı otlatmak için çıkan çobanlar ise Kasım ayından Mayıs ayının 5’ine kadar çoban olurlardı. Ben de köyümüzden bir büyük eski çoban olan İramazan emmi ile çoban çıkmıştım kış sığırına. Bu çobanlığın ücreti yazın bir buçuk havay (teneke), kışın bu ücretin yarısı olurdu. Çünkü kışın kar yağınca mallar otlamaya gitmezdi. İşte böyle Kasım ayı sonlarında dağda sığır otlatırken bir kar ve sulu sepken yağmaya başladı ki sormayın çok şiddetli kış oluyordu. Ben artık hem üşüyor hem de kışın yoğunluğundan korkuyordum. Arkadaşıma hadi artık köye gidelim diyecek gibi baktım. İramazan emmi eski çoban olunca benim gönlümden geçeni biliyordu bana bekle erkenden köye gidilir mi ablalar (mal sahipleri) döver sonra deyip isteğimi ciddiye almadı. Kar artık yerleri tutmuş 5 parmak kadar olmuştu. Hadi gidelim dedi, yürüdük köye doğru. O eski çoban hem de ihtiyar ben gencim ayağıma çeviğim o ormanlığın arasından geçip sığırların önüne gitti bana da malların arkasını topla gel dedi. Bütün gücümle sığırları toparlayıp köye doğru sürüyordum ki çok yakınımdan bir dananın acı acı böğürdüğünü duydum. Kafamı çevirdiğimde ne göreyim. Köpek gibi bir şey amcamların danasını kovuyor, yetiştiği yerde de arka bacaklarından ısırıyordu. Diri canavarı (kurt) hiç görmemiştim, o korku ile o tarafa doğu koştum hem de hoşt diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Benden başka yakınımdaki davar çobanı olan bir kadın da danayı canavar yaraladı hoşt hoşt diye bağırıp canavara danayı bıraktırdık. Aşağı yukarı köye 1 km kadar yol vardı ama dana canavarın korkusu ile yaralı olduğu halde köye kadar koştu evlerine varamadan köy içinde yıkılıp kaldı. Arka bacaklarının arasından kan akıyor her tarafının derileri dağılmış gibiydi. Hemen koşup amcama haber verdim amcam köyün ileri gelen nalbandı ve bilge baytarıydı. Hemen yakın komşuların evlerinde yanmakta olan sobaların üzerinde kızarttığı saksı ile o yaralı yerlere kızarmış saksı basarak danayı tedavi etmişti. Dana iyileşmiş biz de mesuliyetten kurtulmuştuk.
Kar kış deyince mevsim kışa dönünce bu anılar canlanır. Bir kışın ortasındayız ama yağış yok. Dua edelim bu kışın kuraklığı baharı etkilemesin.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.