Mevsim Kurak, Gönüller Çorak!
Kurak giden bir mevsimin, bir dönemin tam ortasındayız. Bu kuraklık hem maddi, hem de manevi bir kuraklık. Etki altına almadığı saha yok! Yağış yok, yağmur yok, iyi bir yağsa, şöyle dışarı çıkıp sırılsıklam ıslanacağım diyenlerimiz dahi var!
Yağmura hasret kaldık, arada çileyip geçen, yağdı mı yağmadı mı belli olmayan anlar yaşanıyor.
Gökler gürlüyor, şimşekler çakıyor, yağmurun esamisi yok!
Yağmur ıslatmıyor artık insanları.
Nisan yağmurları eskiden sapma yapar, Mayıs’ta yağardı.
Bu yıl, Haziran ortalarını buldu.
Bu sapma ibretlik bir sapma!
Yaz mevsimi, yaz mevsimi gibi değil!
Yağışlar zamanında gerçekleşmediği için, kuraklıktan ekili-dikili araziler nasibini alamadı.
Rekolteler düştü. Ekin tarlaları, altın başaklar veremedi.
Kuraklık birçok sektörü vurdu.
Eskiden, geldi mi üst üste gelir denildiğinde…
Büyüklerimiz, aman ha, isyan eder gibi konuşma! Beterin beteri vardır derlerdi.
Yeter ki, şükredenlerden olalım, bugünler gelir geçer diye de ikazlarda bulunurlardı.
O insanların en azından gönülleri çorak değildi.
Sevgi doluydu.
O gönüllerde sevgi, gül açar, sümbül açar, leylak açardı!
Merhamet ve şefkat çağlayan bir ırmak olurdu.
Uzayan kol bizden olsun denirdi.
İnsanlara kol kanat gerilirdi. Kimse kimseye sırtını dönmez, kimse kimseye kendi düşen ağlamaz muamelesi çekmezdi!
*****
Pandeminin yaraları sarılamadı. Elimizden tutulamadı. Yalandan da olsa gönlümüz alınamadı. Ortaya karışık o kadar çok laf söylendi ki, laflar ve açıklamalar trajikomik haller yaşamaya başladı. Ne telafileri var, ne geriye dönüş imkanları.
Geçtik teselli etmelerinden, kalp kırıcı, gönül yıkıcı olanları çoğalmaya başladı!
Bu lafları söyleyenler ise işin ne kadar farkındalar, hiç mi uyaranları yok bilmiyoruz.
Atalar, son pişmanlık fayda vermez derlerdi.
Sabırda, sevgide, sevmekte, tahammül etmekte bir yere kadar!
Nihayetinde kimsenin sırtında yumurta küfesi yok!
Kimse kimseye mecbur değil!
Kimse kimseyi de çekmek mecburiyetinde değil!
Mevsim, kurak, kurak olmasına da gönüllerde hiç bilmediğimiz ve beklemediğimiz bir şekilde çorak!
O kadar badire atlatmamıza rağmen,
O kadar sıkıntı ve üzüntü çekmemize rağmen,
Ümit bağladığımız gönüller çorak kalmakta ısrar ve inat ediyorsa, herkes kendisi bilir.
Bizim çorak değil, çorak olmayan gönüllere ihtiyacımız var!
*****
Çoraklık değişik bir duygu, Mevsimin kuraklığına isterseniz çare bulursunuz, isterse insan tekeden dahi süt çıkarır derler ya, istesin yeter!
Lakin gönül çorak oldu mu, çoraklaşmaya doğru gitti mi, hem ondan imdat bekleyenleri çoraklaştırır, hem de kendini.
Gönül, sevgisini kaybetmeye görsün!
Kaybetti mi, yolunu şaşırır, düz yolda düşer de, şaşar da!
Sevgi, gönül denen o emsalsiz nesne için usturlap görevi görür.
Usturlap yıldız tutandır.
Hem gözlem için,
Hem hesap yapmak için kullanılmıştır.
Usturlap hem bir hesap makinesi, hem bir pusula, hem zaman ölçer, hem de uzaklık ölçerdir.
Gönül sevgiden uzaklaşıp da çoraklaşmaya başladı mı, değil bir başkasına, kendine dahi faydası yoktur.
Çoraklaşma, sevgisiz, ilgisiz, kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, dikkate almayan, aldırmayan günleri getirir.
Çektiğimiz kuraklığı hemen yağmur ve yağış olarak almayın!
Bu kuraklığı başka yönlere çekmek olur ki, çekene de, çekmek isteyene de, buradan bir çıkış yolu bulabilir miyim diye düşünene de fayda getirmez.
*****
Neredeyse çoraklık kader diyecekler! Çoraklık neden kader olsun ki. Kendi gönlünü çoraklaştıranlar, bahaneyi önce kendilerinde arasınlar.
Kim ki, elinde her türlü imkan varken, elini uzatması gerekenlere uzatmıyorsa, elini tutmasını gerekenlerin elini tutmuyorsa, gönül çoraklığına doğru yol alıyor demektir.
Çoraklığı bitirende, başlatanda sevgidir. “Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” diyen Yunus Emre bu cümleden daha güzel ne söyleyecekti ki…
Anlayana, bundan daha açık-seçik ifade mi olur!
Madem ki, mevsim kurak, dönem kurak, bu kuraklıkta hiç mi payımız yok?
İç dünyalarımızda yaşamış olduğumuz kuraklığı neden hiç merak etmiyoruz!
Mesela, siyasetimiz öylesine kurak ki…
Siyasetçiler birbirlerini bağlara, bahçelere, mümbit arazileri doğru çekmiyorlar, sürekli çorak arazilere sürme yarışlarına kaptırmış gidiyorlar kendilerini.
O çorak arazide ne var?
Kin var, nefret var, hasetlik var, hesaplaşmalar var.
Var oğlu var!
O hesaplaşmanın ne bittiği var, ne biteceği!
Siyasetçinin vakti çok olabilir! Lakin milletin vakti yok!
Milletin bağına tek bir damla yağmur yağmıyor!
Su diyor duyan yok!
Can suyu diyor! Veren yok!
Arada ziyan olan kim? Milletin ta kendisi!
Neymiş mevsim kurakmış!
O kuraklık, siyasetin gönlünün çoraklığından…Bir türlü aynalara bakmak istemeyişinden!
*****
Gönül, sevgiyle atmış olduğu her adımda, çoraklıktan ve çorak kalmaktan uzaklaştığını bilir.
Bilir amma, gönülleri kendi haline bırakmak istemeyen akıldaneler, çok bilmişler, bilgiçlik taslayanlar için virane kalmış gönül, kin ve nefretin hakim olduğu gönül, çoraklığa doğru gitse de işlerine gelen gönüldür.
Çorak durması, çorak kalması, çoraklaşması, sevgisiz kalması içim yapmadıklarını bırakmazlar!
Çorak gönüllü olanların yüzüne dikkatlice bakanlar, onların yüzlerinde ve gözlerinde sevginin emaresini göremezler.
Böyle insanlara, halk arasında, “ Allah nurunu gözlerinden almış” diye yakıştırmalar yapılır.
Çorak ne mi demek? Üzerinde bitki yetişmeyen ya da bitkisi ve verimi iyi olmayan toprak!
Onun içindir ki, bizim gönül bahçelerimizin, değil bir başkasına, kendine dahi faydası olmaz!
Hasis, kıskanç, mağrur, gurur ve kibri insanlık sayanların kendi eliyle çoraklaştırdığı bahçeler asıl konumuz! Susuzluktan ölüyorum deseniz, bir bardak su vermeyende o yaklaşımlar değil mi?
Ne yazık ki, bizim sadece mevsimlerimiz kurak ve çorak değil. İnsanlığımızda öyle, gönüllerimizde. Yaklaşımlarımızda öyle, dostluğumuz ve yakınlığımızda.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.