Ölmek için yaşamak;
Son günlerde düşünüyorum; her şeyin bir sonu var. Ağaçlar kurur, insanlar ölür, makineler paslanır. Hatta gökte hiç görmediğimiz ancak tasvirlerine baktığımız koca koca yıldızların bile bir ömrü var. İnsanın da var tabi bir ömrü. Yavaş yavaş ölen insan, saniyeler geçtikçe ömründen ömür eksilen insan…
Düğünler oluyor, konserler, tiyatrolar… Ama insan ölüme her saniye biraz daha yaklaşıyor. Ölüm fikriyle yaşamak ne kadar zor olsa gerek; bir gün öleceksin ve bu dünyada olan her şey bitecek. Toprağa gireceksin. Ya da inancına göre yakacaklar seni, belki de bir dağın tepesinde akbabalara yem edecekler ama hiçbir şekilde kaçışın yok. Belki bir hastanede oksijen tüpüyle beraber acı çekerek öleceksin, belki bir trafik kazasında öleceksin, belki bir gece bulacak seni ölüm bir kalp kriziyle göçüp gideceksin.
Elinden de hiçbir şey gelmeyecek, ne kadar acizsin ölüme karşı. Yapabileceğin hiçbir şey yok, kaçabileceğin bir yer yok. Arkasına sığınabileceğin bir babaannen ya da anneannen yok. Kucağında ağlayabileceğin kimse de yok Annen belki öldü belki sağ ancak anne beni kurtar da diyemezsin. Ölümün soğuğu seni üşütmeye başlamışken üstünü örtecek de kimse yok. Bağırırsan seni duyacak kimse yok.
Belki öyle bir anda bulacak ki seni en mutlu gününde, her şeyi başardım dediğin anda… Çocuğunun doğduğu gün belki,belki bir bayram sabahında, belki günün en keyif aldığın saatinde, ikindi güneşi vururken dostlarınla muhabbet ettiğin o anda. Milyonluk işler yaparken tam sözleşme anında bir kalp kriziyle ya da daha kötüsünü düşünelim; kızını göndermişsin okumaya başka memlekete ‘baba para lazım’ dediği anda ya da ‘anne yapamıyorum’ dediği anda… Sığınağı sen olan evladını annesiz ya da babasız bırakacaksın. Ya da kıt kanaat geçindiğin bir ortamda tam para biriktirdim evimi arabamı alıyorum dediğin an bir deprem ile bir sel ile…
Ölüme rağmen yaşamaya çalışmak da değişik bir duygu değil mi? Bir gün öleceğini bildiğin halde deli gibi koşturmak,kibirlenmek,en büyük benim demek,hepimizden daha büyük olan ölüme meydan okumak… Seni alması da an meselesi, bugün değilse yarın, yarın değilse haftaya pazartesi, belki bir sene sonra… Tasvirler ve zamanlar değişsede kaçamayacaksın. İstemediğin bir vakitte belki istediğin vakite yüzün kırışacak,belin bükülecek. Yavaş yavaş zaman seni götürecek.
Bir Tomografi sonrası sana kansersin diyecekler ya da bir endoskopi sonrası parça aldık Ankara’ya gönderiyoruz biyopsi yapılacak. Ya da yeni bir virüs çıkmış diyecekler hastanede sana ne olduğu belli olmayan 8 tane hap verecekler, günden güne alacaklar canını. Sen bunlara ragmen koşmaya devam edeceksin. Sadece çalışmaya devam edeceksin, düşünmemeye çalışacaksın. Yaş 35 yolun yarısı daha çok vaktim var zannedeceksin.
En garibi de bu işte; insan ölmek için yaşıyor. Ancak ölümü düşünmemeye çalışıyor…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.