Varol Hoca’nın Hatıraları (3)
Hatırat kitaplarını oldum olası sevmişimdir. Gerek Selçuklu, gerek Osmanlı ve gerekse yakın tarihimiz olsun, roman da olsa o hatıratta, tarihi birtakım gerçekler gün yüzüne çıkıyor.
Tarihimizin aydınlatılamayan bir tarafına tutulan ışıklar cılız da olsa, bize tablonun eksik kalan bir tarafını tam olarak görmemize vesile teşkil ediyor.
***
Varol Hoca, 10 yaşında ve köylerinde henüz okulun bile olmadığı bir devirde, Osmanlıca’dan ayrı olarak yeni Türkçe’yi de okuyup yazabiliyorsa eğer, varın gerisini siz düşünün. Bu, Hasan Hoca’nın çocuk yaşta azminin bir zaferi olarak görülmesi gerekmez mi?
Merak bu ya…
Merak insana hem Osmanlıca’yı hem de yeni Türkçe’yi öğretiyor. Okulu dahi olmayan Bozkır’ın bir köyünde..
Kendisini kitap okuma merakına veren Varol Hoca, Osmanlıca kitapları okudukça kendisini bir kitap okuma merakı sardığını belirterek “Elime ne geçerse okuyordum. İster yeni yazı, ister eski yazı… Ufkum açılıyordu. Mızraklı İlmihali ben okurdum, Annem dinlerdi. Fakat ben anlayamıyordum. Annem, “sen oku guzum, ben anlıyorum” derdi. Sonradan anladım ki, gerçekten o Mızraklı İlmihali kitabı, halkın ihtiyacı olan en önemli dini meseleleri anlatıyormuş. Kuddusi Divânı ise bende şiirsel bir duyarlık oluşturdu. Serencame isimli kitap, tamamen manzum idi. İnsanın hem dünya hayatını anlatıyor, hem de ahirette başına gelecekleri manzum şekilde anlatıyordu.” diyor, ‘Yaşadıklarım ve Gördüklerim’ adlı eserinde.
On bir yaşında küçük bir kitaplığı olan Hasan Hüseyin Hoca, İshak Hoca’nın evinin odasına girecek ve orada “Havas” ilmine ait kitap ile divit ve hokkayı alarak 200 sayfadan oluşan o kitabı başından sonuna kadar da yazacaktı.
Küçük yaşlarda Havas ilmine sahip olacak kadar büyüyen Varol Hoca’nın okuma iştiyakı arttıkça babası daha fazla dayanamaz ve 1947’de Konya’ya hicret eder. Hicret sebebi de oğlunu Konya’da okutmaktır.
***
Yusufağa Kütüphanesi’nin bitişiğinde “Saathâne” diye bilinen yerde, Hafız Şükrü Bağrıaçık hocanın talebesi olarak 1948 senesinin sonlarında merasimle hafızlığa ilk adımı atan Hasan Hüseyin Hoca, Şükrü Hocaefendi’nin dürüp büktüğü kulak acısını bir ay falan çektiğini, yapılan dua merasiminde rahmetli Hakkı Özçimi’nin de bulunduğunu ve onun ısrarıyla bir resim çektirdiklerini de o eserinde dile getiriyor.
1947’LERİN KONYA’SI…
Köyde neyimiz varsa satmıştık. Sene 1947, elimizde tam 3 bin lira vardı. Eğer bir yol gösteren olsaydı, Konya’nın yarısı satın alınırdı. Lâkin, olmadı. Bir-kaç kişiyle ortak bir kamyon aldılar. Tabii ki zarar ettiler. Rahmetli annem onuruna çok düşkün bir kadındı. Babam’a “herif, sen ben, tekrar köye götürecek gibisin. Burada ölürüm yine gitmem. Şuradan hemen bir arsa al. Üzerine kendimiz kerpiçten bir ev yapıp oturalım” dedi. Bunun üzerine, Mengene Mahallesi’nde Mekki Hasan’lardan 530 metre yer aldılar, ikisi uğraşa çabalaya oraya bir ev yaptılar, oturdular.”
***
Benim rahmetli dedem Ali Balakan’da da, epey para varmış. Yıkık’tan Konya’ya hicret ettiklerinde, kıtmir dedeme bir yol gösteren olsaymış, Konya’nın en güzel yerlerinden arsa falan satın alsalarmış, şimdiye kadar varlıklı bir ailenin evlatları olarak daha başka dünyalara yelken açardık herhalde…
İki kız çocuğundan sonra ben dünyaya geldiğim için dedem beni çok severdi. O yıllarda delikli 50 kuruşlar vardı. Bakkala gittiğimde iki cebimi de Seydişehir leblebileri, fıstık, üzüm ve akide şekerleriyle doldurur bir güzel mahalledeki çocuklarla birlikte yerdik.
AZİZİM DİYOR Kİ…
Hasan Varol Hoca’nın Arapça hocası Hacı Tahir Büyükkörükçü’yle bir hatırası var ki, onu da yarın sizlerle paylaşmak isterim.
Konya’nın siyasi ve sosyal tarihine bir nebze ışık tutuyor…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.