Âşıklar Semtinde yatan bir Hak Âşığı
Asıl adı Yûsuf, babasının adı ise İzzeddîn'dir. Mevlânâ hazretlerinin babası Behâeddîn Veled ile Horasan'dan geldiği rivâyet edilmektedir.
Yûsuf bin İzzeddîn, Konya'da Mevlânâ hazretlerinin sohbetleri ile olgunlaştı. Tasavvuf yolunda ileri derecelere kavuştu. Kendisini Mevlânâ hazretleri çok sevdiği için dergâhtan hiç çıkmak istemediğinden, ona dergâhın aşçılığı verildi.
Yûsuf bin İzzeddîn bir gün yemek pişireceği esnâda dergâhta hiç odun kalmadığını gördü. Yemek vakti de yaklaşmış olup, odun tedârik etmek çok zaman alacaktı. Mahcup bir hâlde Mevlânâ hazretlerinin huzûruna vardı ve; “Efendim mutfakta hiç odun kalmamış ne yapayım?” diye sordu. Mevlânâ'nın latife yollu; “Kazanın altına ayaklarını sokarak kazanı kaynat!” demesi üzerine, Yûsuf Efendi derhâl mutfağa girdi ve söyleneni aynen yaptı. Ayak parmaklarından çıkan ateşle aşı pişirdi. Ancak Mevlânâ hazretleri bunu duyunca kerâmetin açıklanmasını uygun bulmayarak; “Hay Ateşbâz hay!” dedi. Böylece Yûsuf bin İzzeddîn bu olaydan sonra ateşle oynayan mânâsına gelen “Ateşbâz” ünvânıyla anılmaya başladı.
Hz. Pîr’in dizinin dibinden ayrılmayan ve Düğün Gecesi’nde Rabbisine kavuştuktan sonra Mevlâna hazretlerinin sözlerini hiç dilinden düşürmeyen Ateşbâz Velî, “Eğer o sözler dilimde olmazsa, ben onun ayrılığına bir dakika dayanamaz ve sıkıntıdan, nefessiz kalmaktan ölürdüm.” diyecek kadar Hüdâvendigâr hazretlerini çok seviyordu.
O, Mevlânâ hazretlerinin şu mânâdaki şiirlerini dilinden düşürmezdi.
“Halkı tenvir eden, yol gösteren âlimlerin namazı, beş vakitti. Fakat âşıklar devâmlı namaz içindedir.”
“Namaz kılarken tâzimsiz ve tertipsiz, kuş gibi başını koyup kaldırma. Yâni, onu yarım yamalak bir erkânla kılma. Namazın mîrâc-ı mümin olduğunu hatırla ve kıldığın namazda bu sırrı bulmaya çalış.”
“Tövbe bineği ne acâib binektir. Bir lâhzada sâhibini zeminden semâlara eriştirir.”
“Hangi kimsede tefekkür varsa, o kimse için her şeyde ibret vardır.”
Yüz yaşına yakın uzun bir ömür süren Ateşbâz Velî hazretleri 1285 (H.684) yılında vefât etti. Türbesi Meram’a giden yeni yolda İlâhiyat Fakültesi Camii karşısındaki yolun biraz içerisinde, Âşıklar Semtindedir.
Ateşbâz Velî hazretlerinin vefâtından sonra Mevlevîhânelerdeki özel ocağa “Ateşbâz Velî Ocağı” dendi. Yine Mevlevî Dergâhlarında meydân-ı şerîfte serili beyaz postun adı Ateşbâz postudur. Bu makâma teslimiyet, mevlevîliğe ikrâr vermek, çileye soyunmak denir. Mevlevîlikte onun makam ve mevkiine dâimâ büyük saygı gösterilmiştir.
***
“Ateşbâz-ı Velî Mutfak Kültürü Günleri” dolayısıyla geçtiğimiz Salı günü Ateşbâz-ı Velî’nin türbesini ziyaret ettik ve eserlerini zevkle okuduğumuz yazarlarımız Beşir Ayvazoğlu, İskender Pala, Sabri Koz ve kültüre ve kültürel değerlere önem veren eski Konya Kültür ve Turizm Müdürü Doç. Dr. Mustafa Çıpan ile birlikte dualar ettik. Hava muhalefeti dolayısıyla Beşir Bey, fırtınalı bir havada ve hazırcevap “Bizi Atezbâz mı yoksa Yelbâz mı karşıladı” sözleriyle içimizi ısıttı.
Meram Belediye Başkanı Fatma Toru’yla Mutfak Günleri’nin formatıyla ilgili epey sohbet ettik. Fatma hanıma konuyla ilgili düşünce ve fikirlerimi yazacağımı ifade ettim. Açılış konuşmasında “Ateşbâz’ın aynı zamanda bir eğitim ve terbiye makamı olduğunu” ifade eden Fatma başkana katılmamak elde değil. İşin püf noktası da burada başlıyor. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek’in şu sözlerine de katılıyorum: “Hz. Mevlana dergahında Ateş Baz-ı Veli’nin tenceresinde, kazanında belki burada ikram edilen yemekler pişiyordu ama esas olarak insan pişiyordu ve insan-ı kamillerin meydana gelmesine vesile olunuyordu. Günümüzde de böyle mana erlerine ve kamil insan yetiştirme ocaklarına ve kamil insan olma çabasına ihtiyacımız var.”
Fatma Hanımın dile getirdiği “eğitim ve terbiye makamına” ulaşmak için günümüzde neye ihtiyaç duyuluyor?
Tahir Beyin ifade ettiği insanın hangi ocakta pişerek “insân-ı kâmil” hale geldiği konusunu biraz açmak gerekiyor.
Burada sözü Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’a bırakıyorum:
“Din maneviyattır. İnsanların maneviyat açlığı vardır. Takım elbiseli devlet memuru konsepti imamla bu maneviyatı karşılayamazsınız. Bunun çözümü geleneğe dönüştür, bu da medrese ve tekkelerle olacaktır. Tekkeler açılmalıdır ve ehl-i tarik bir Diyanet İşleri Başkanı olmak şartıyla Diyanet’e bağlanmalıdır.”
Bu bir öneri ve kâmil insanların nasıl inşa edileceği hususunda takip edilecek yolu göstermesi açısından da fevkâlede yerinde bir tekliftir.
Günümüzde insanımız ve insanlık büyük bir manevi açlık çekmektedir. Bu açlığı yatıştıracak ve giderecek olan Ateşbâz Velî ekolünden gelen ve eskiden tekke ile zaviye ocaklarında tüten talim ve terbiyenin günümüze tekrar uyarlanmasından başka bir şey değildir.
Adına ister tasavvuf deyin isterseniz tarikat, biz Mevlâna ekolü veya benzeri ekollerin sürecine dinî eğitimin yüksek lisansı ve doktorası diyoruz.
Ateşbâz-ı Velî dememiş olsa da atalarımız yine de yerinde güzel bir lâf etmiş:
“Kalbin yolu mideden geçer.”
AZİZİM DİYOR Kİ…
Günümüzde cihad, bana göre kalemle yapılan cihaddır.
Kalemi elime alıp yazma sanatını icra ettiğimden bu yana kendimi cihad-ı ekber sahnesinde buldum. Şu yaşıma geldiğim halde hâlâ nefsimle savaş halindeyim. Çok zor bir iş olduğunu bildiğim için hep zora talip oldum. Bu belki de Allah’ın bana bir lütfu. Şimdiye kadar da hiç şikâyetçi olmadım.
Kâlem özgürlüğünün bittiği yerde pusulamızı şaşırmadan ve istikametimizi bozmadan büyük cihada doğru yine koşarız evelallah!
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.