Bayramın ardından “Gönül”…
Bugün için ne kadar şükretsek, ne kadar sevinsek mutlu olsak az değil mi?
Geride bıraktığımız bu mübarek Kurban Bayramını Cenab-ı Allah’ım hayırlı ise bizlere sizlerle birlikte gelecek yıl bir daha kavuşturmayı nasip etsin inşallah.
Bayramlar adları üzerine manaları üzerine “Bayram” dı..
Ancak bu anlamlı mübarek günlerin ardından bayramı ve sağlığı, mutluluğu, huzuru, özgürlüğü, insanlığı daha iyi anlayabildik mi?
Yoksa bayramı sadece geleneksel ve göreneksel olarak mı yaşadık?
Yoksa yoksa, kesilen kurbanın bir kısmını ihtiyaç sahibine elimiz titreyerek verirken, şu sucukluk, şu pastırmalık şu da mangallık diye hesap mı yaptık?
Allah korusun etin tatlının yarınlık hesabı içinde mi idik?
Hayır, hayır biz asla böyle yapmadık.
Kurbanı Allah’ın emretti şekilde dağıttık.
İhtiyaç sahiplerini gördük gözettik.
Yakınlarımızda hısım akrabalarımızda kurban kesemeyenleri ilk gün mutlu ettik.
Ziyaretlerde zengin fakir, önemli önemsiz ayırt etmedik.
Her mahalleye her sokağa girebildik.
Muhteşem dairelerde el açmaları baklavalar da yedik, evinde tek bir sandalye, tek bir kırık divan olmayan dostlarımızla diz dize oturup kağıt şekerleri açıp iştahla yedik.
Hep gülen mutlu şen şakrak tanıdıklarımızla FETÖ muhabbeti yapmadık.
Elden ayaktan düşmüş yardıma muhtaç yaşlıların ellerini öpüp onların feri gitmiş gözlerinde ışık olmaya çalıştık.
Çoluğunun çocuğunun ziyaret etmediği hasta insanların elini tuttuk.
Nefesi oksijene bağlı tüpten alanların gözünün içine baktık.
Burundan beslenen bir insanın halini görüp Allah’a şükrettik.
Bir tek şeyi yapamadık…
O da cezaevlerindeki yakınları için sıra bekleyen insanları bire bir görüp empati yapamadık.
Kısaca sağ ve sağlıklı olmanın özgür ve hür olabilmenin şükrü içinde oradan oraya koşturup durduk.
…………
Bu güzel günler içerisinde şehrimizi turladık.
Birinci gün bayram namazının huzuru teneffüs edilirken, daha camiden çıkan çıkmaz cemaatin kapı önündeki simitçi tezgahının dibine üşüşmesine dahası birbirini itip kakışına üzülerek tanıklık ettik.
Nerede kalmıştı o iki dakika önceki huzur?
Her şey sadece caminin içinde mi kalacaktı?
Neyse namaz sonrası trafikteki hareketlilik ve buna bağlı kargaşa, bencillik, yine bayram sabahına yakışmıyordu.
İkinci gün şehir olarak biraz daha dingin, biraz daha sakin ve biraz daha anlayışlıydık.
Üçüncü gün kendimizi tamamen gezmeye, tozmaya vermiş bir şehir insanı gözlemliyorduk.
Hatta parklarda bahçelerde yeşil alanlarda iş mangal partilerine dönüşmüştü.
Dördüncü gün, yani dün…
Vallahi biz çalışmak için evden galiba biraz erken çıkmışız.
Şehrin en işlek caddelerinin en sıkıntılı kavşaklarında ya üç ya dört araç vardı.
İkinci gün ve üçüncü gün trafiğinde bizi yine en çok düşündüren derin bir “ahhhh” çektirenler ise bazı dolmuş sürücüleri idi.
Tabii daha sonra millet ile yarışan bazı belediye otobüs şoförlerimiz ikincilikteki yerlerini asla kimseye kaptırmak istemiyorlardı.
Bayramlarda hastaneneler dolup dolup taşıyordu.
Bazı hastanelerde boş yatak kalmamıştı.
Millet olarak hasta mı oluyorduk ne?
Yoksa ders çıkartmamız gereken yeni bir şeyler mi vardı?
Hemen bayramın ardından olumsuz insanımıza negatif gelecek cümleler yazmak istemiyorum.
Bugünlük yazımızı sosyal medyada en çok beğendiğim ve her kelimesi bugünün insanı için derslik olan bir Yunus Emre klasiği ile noktalıyoruz.
Çiçeklerle hoş geçin, balı incitme gönül,
Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül
Başın olsa da yüksek, gözün enginde gerek,
Kibirle yürüyerek, yolu incitme gönül
Mevla verince azma, geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül
Dokunur gayretine, karışma hikmetine
Sahibi hürmetine, kulu incitme gönül
Sevmekten geri kalma, yapan ol, yıkan olma
Sevene diken olma, gülü incitme gönül
Konuşmak bize mahsus, olsa da bir güzel süs,
Ya hayır de, ya da sus, dili incitme gönül.
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
İnsanlar tecrübeleri oranında değil tecrübelerinden aldıkları dersler oranında olgundurlar.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Her günü arife ve bayram gibi yaşayabildiğimiz zaman daha iyi ADAM oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.