Erol Sunat

Erol Sunat

Makbul Adamın Hikayesi!

Makbul Adamın Hikayesi!

Uzun uzun zaman önce, memleketin birinde doğruyu eğriyi bilen, haklıyı haksızı ayırt eden insanların yaşadığı bir şehir varmış.

O şehrin eski mahallelerinde yaşayanlar lakaplarıyla anılırlarmış. Yiğit lakabıyla anılır derler ya, aynen öyle. O eski mahallelerin birinde Makbuller diye bir sülale varmış. Bu ailenin fertleri makbul insanlarmış. İçlerinden şehre çok faydalı çok makbule geçen işler yapan, hatırı sayılır insanlar çıkmış.

Hangi mevki ve makama gelirlerse gelsinler, ne mahallelerini, nede şehirlerini hiç unutmamışlar.

Makbullerden bir adam, Bedestende dükkan açmış. Allah yürü ya kulum demiş. O küçücük dükkanla başlayan adam, kervanlarla mallar gelen Bedestenin en büyük dükkanlarına sahip olmuş.

Hayır hasenat sahibiymiş. Gece yarılarında, insanların kapılarının önüne içi erzak dolu çuvallar bıraktırır, erzak çuvalını bırakan görevliler kapıyı çalar gözden kaybolurlarmış..

Şehrin fakir-fukarası bu bilmedikleri, görmedikleri hayır sahibine gece gündüz dua ederlermiş. Makbullerden olan adam, her on güne bir, o fakir hanelerinin kapılarına bir kese içinde akçe de bıraktırırmış. Öyle olmuş ki, şehrin fakir fukarası, borcunu-harcını ödemiş, ufak tefek işler yapmaya başlamış, şehirde neredeyse fakir denecek insan kalmamış.

Her şey çok hoş, çok güzelmiş amma, hasetler, fesatlar, kıskançlar, kim bu densiz, kim bu kendini bilmez diye başlamışlar aramaya…Sonunda bak sen demişler, demek ki, makbullerden ha…

Hemen bir ekip kurmuşlar, adamın dağıttığı ne varsa, toplayıp, çuvallara kum doldurmuşlar, para keselerinin içine küçük çakıl taşları koymuşlar.

Ahali, hem bu işten bir şey anlamamış, hem de dualar ettikleri o bilmedikleri adama başlamışlar ver yansın etmeye…Evinin saçağında baykuşlar ötsün, iki yakan bir araya gelmesin demişler, bizimle alay ettin, fakirliğimizle dalga geçtin. Demek senin asıl niyetin buymuş ha diye demediklerini bırakmamışlar!

Adam ne yaptıysa fitnenin ve dedikodunun önüne geçememiş. Rakipleri, toplanıp dükkanına gelmişler. Biz demişler senin maksadını bilirdik. Sen Bedesten Ağası olmak isterdin. Yağma yok, bak senin yaptıklarını on günde nasıl boşa çıkardık. Ne oldu, yardımlar kesilince dua edenler, bedduaya başladılar bile…Bu şehirde sana ekmek yok! Ya adam gibi malını mülkünü bize dediğimiz fiyattan sat git, yoksa, sana öyle oyunlar ederiz ki, soluğu zindanda alırsın.

Adamın akrabaları ve sülalesi de ona sırtını dönmüş. Adam malını mülkünü o açgözlü insanlara, hasetlere, kıskançlara öldüm fiyatına satmış. Ailesinden en yakın bildikleri üç kuruşa evini, bağını bahçesini almayı kâr saymışlar.

Adam karısını, iki küçük oğlunu alıp şehirden ilk hareket eden kervana katılmış çekmiş gitmiş.

Adam gittikten sonra, onu gönderenler demişler ki, bir adama en yakınları bile destek vermediyse, malını-mülkünü üç kuruşa elinden aldıysa bilin ki bu şehirde makbul adam kalmadı.

Makbuller efsanesi bitti, biz bitirdik demişler. Bundan böyle biz ne dersek o olacak bu şehirde.

Aradan birkaç ay geçtiğinde, fakir fukara mevzuyu anlamışlar.

Eyvah demişler, biz ne yaptık, yazıklar olsun bize…Bu tertibi göremedik, adamın adamlarını uyarmadık, bugün eskisinden beş beter hale düştük, biz bunu hakettik diye ağlamışlar.

Ağlasalar ne çareymiş, giden bir daha geri gelir mi?

Adamın sülalesi, elindekileri pek bir ucuza aldık demişler. Düşenin dostu olmaz diye boşuna demiyorlar. Ne yapalım, düşmeseydi, parasını-pulunu ona-buna dağıtmasaydı.

Adamla birlikte çalışanlarda, birer ikişer, şehirden ayrılmaya başlamışlar. Ayrılmayanlar, işinden olmuş, dövülmüş, sövülmüş, hakaretlere uğramış, evleri taşlanmış. Sonunda, adamın adamlarının tamamı çekip gitmişler.

Bu işleri tezgahlayanlar, şimdi hak yerini buldu demişler ne adam kaldı ne onun adamları.

Makbullerden olan o adam o yıllarda 35 yaşlarındaymış.

Aradan on beş yıl geçmiş. Şehir eğriyi doğruyu, haklıyı haksızı ayırt edemez hale gelmiş. Şehirde gücü ve kudreti elinde tutanlar, şımarmışlar, mağrurlukta sınır tanımaz olmuşlar, fakir fukaraya öyle tepelerden bakıyorlarmış ki, onları karıncalara benzetirlermiş.

Ahali yıllar önceki hallerini anar ve hatırlar dururmuş. El kapısında üç kuruşa çalışmaya başlamışlar, her birinin ne borcu tükeniyormuş ne harcı…

Şerler, şirretler, kendilerine uygun olmayan yöneticileri şikayet eder, kötüler, bir şekilde şehirden gönderirlermiş. Kendi sularına gidenleri ise yere göğe koymaz, anlata anlata bitiremezlermiş.

Bu ekibin akıl hocası Bedesten Ağası olmuş. Ondan habersiz, bir iğne dahi şehre giremezmiş. Bir zamanlar kervanların dolup taştığı şehre, artık çok az sayıda kervan gelir olmuş. Gelen kervanlarda, onların tanıdığı bildiği kervanlarmış hep.

Bir bahar mevsiminde, şehre yeni bir kervan gelmiş. Ancak bu kervan tanıdık, bildik kervanlardan biri olmadığı gibi, zenginliği, büyüklüğü ve gelmiş olduğu diyarların kumaşlarını, baharatlarını, göz kamaştırıcı eşyalarını da taşıyormuş.

Kervancı Başı, küçük bir kasa çil çil altın dolu bir sandıkla Bedesten Ağasının huzuruna girmiş. Ağam demiş, Kervanımızın sahibi sizin ününüzü duymuş, kabul buyurursanız, bu küçük hediyeyi size takdim etmemi istedi. Kendi şehre teşrif ettiğinde büyükçe bir sandık dolusu altınla huzurunuza gelmeyi düşünüyor. Ağa küçük sandığı açıp çil çil altınları görünce aklı başından gitmiş, demek koca bir sandıkla gelecek öyle mi?

Gelsin tabi demiş, sefalar getirsin şehrimize, Bedesten yanındaki Handa misafirimsin! Ne zaman gelecek demiştin bu malların sahibi?

Kervancı Başı eli kulağındadır Ağam demiş, ya bu akşam gelir yahut yarın akşama buralarda olur.

Kervancı başı gidince, Ağa herkesi toplamış. Şehre demiş çok zengin bir kervan geldi. Şu kasa dolusu altını getirdiler. Kervanın sahibi de ya bu akşam, yada yarın akşama doğru gelecekmiş. Adamı bekleyelim, kervan elimizde, Kervancı başının adamları dahil herkesi ortadan kaldırıp, her zaman olduğu gibi bu zenginliği aramızda pay edelim. Var mı anlaşılmayan bir şey? Herkes kervan sahibinin gelişini beklemeye başlamış.

O saatlerde şehrin kapıları açılmış, yüzden fazla muhafızla birlikte samur kürklü bir adam gelmiş şehre.

Hemen tellallar çıkmış sokaklara ve bedestene. Yeni Vali Paşanın geldiği ilan edilmiş. Şöyle diyorlarmış Duyduk duymadık demeyin! Yeni Vali Paşa Makbul Paşadır. Bedesten Ağası, hemen adamlarını toplamış, bizim demiş bu Vali Paşadan neden haberimiz yok?  

Bakın ağalar demiş Makbulün birini, bir gönderdik pir gönderdik, bu gelen Paşaya Payitahtta Makbul Paşa derlermiş, buna da geldi makbul, gitti makbul diyelim mi? Herkes sen bilirsin ağam demişler. Bizim makbullerle işimiz olmaz, o sülale şimdi bizimle el ele.

İçlerinden biri olmaz amma demiş, o makbul bu makbul olmasın? Hadi canım demişler, biz sorduk soruşturduk, bu Paşa Sultanımız için çok önemli işler yapınca makbul namını Sultanımız vermiş diye haber geldi. Bizim makbulün hangi diyara gittiğini bilen yok. Bir iki arattık, korkudan izini kaybettirmiş diye haber aldık, rahatladık, işimize baktık!

Onlar konuşurken, içeri bir adam girmiş. Ben demiş kervanın sahibiyim. Ağa hanginiz? Bedesten Ağası iki adım öne çıkmış. Ağa benim demiş, getirdin mi hediyemizi?  Adam geride bekleyen adamlarına işaret etmiş. Adamlar Ağanın önüne bir sandık koymuşlar. Ağa bak yabancı demiş, dua ette bu kasa altın dolu olsun, değilse kelleni bu sandığa koyar, geldiğin yere gönderirim.

Ağanın yanındakilerden biri usulca, sandığın kapağını kaldırmış. Sandıkta altın yerine şöyle bir yazı varmış; Makbullerden bir hediye!  Bedesten Ağası kılıcını çekmiş, kimse benimle alay edemez demiş, hele makbuller asla! Bulunduğu dükkan bir anda muhafızlarla dolmuş. Muhafız Başı, bir kılıç darbesiyle ağanın kellesini alırken kellesi sandığın içine düşüvermiş. Kim karşı geldiyse, muhafızlar herkesi yakalayıp cezalandırmışlar. Birkaç saat sonra şehirde onlardan bir tanesi bile kalmamış!

Vali Paşa Bedestene gelmiş. Herkesi toplamış, bu şehir demiş bundan sonra hırsızların, yalancıların, talancıların, bozguncuların, nifak çıkaranların, fakir-fukaranın ekmeği ile oynayanların şehri olmayacak! Bundan böyle bu şehir lakabı makbul olanların şehri değil , hakikatte makbul olan insanların var olduğu ve yaşadığı şehir olacak!

Şehir şehire, Ahali ahaliye, Makbul adam makbul adama, Hasetçi hasetçiye, kıskanç kıskanca, yalancı yalancıya, Bedesten Ağası Bedesten Ağasına, Vali Paşa Vali Paşaya benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Yara

30 Ekim 2024 Çarşamba 00:03
SON YAZILAR