BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN!
1940’lı yıllarda, Hitler faşizminin yaşandığı günlerde Almanya’da geçer olay. Olayın kahramanı ise sıradan, suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye pek karışmayan bir kişidir.
O günler; Hitler iktidarı tarafından, kendisine karşıt olanlara karşı müthiş bir gözdağı, saldırganlık ve dehşet verici işkenceler döneminin başlatıldığı günlerdir. Çeşitli bahanelerle insanlar gözaltına alınıyor, asılsız suçlamalarla tutuklanıyor, çoğu ya gözaltında kayboluyor ya da toplama kamplarına gönderiliyor. Bu sade vatandaş ise, olup biteni sessizce, bir film izler gibi izlemeye devam eder.
Bir gün yanı başındaki komşusunu alıp giderlerken de, “Aman bana ne, o zaten komünist. Onların derdi komünistlerle.” deyip kafasını başka yere çevirir. Bir başka gün, diğer komşusunu alıp giderler. O zaman da bu sade vatandaş, “O da zaten sosyalistti.” diye düşünüp yine sesini çıkarmamaya karar verir. Sonra solcu komşularını toplamaya başlarlar. Ama bizim sade vatandaş, olun bitene hep gözlerini kapamaya devam eder. Bir süre sonra, bu kez de üst kattaki komşusunu alıp giderler. Bizim sade vatandaş yine bir ses çıkarmaz, “Aman canım, o da sendikacı.” diyerek, olup bitenlere karşı kayıtsız tavrını sürdürür.
Ama bir gün karşı komşusunu alıp gittiklerinde, biraz düşünmeye başlar. Çünkü bu kez alıp götürdükleri kişi bir demokrattır. “Demek ki şimdi sıra demokratlara geldi” diye düşünür ama yine de “Canım vardır bir bildikleri herhalde” diye bu olaya da kayıtsız kalmaya zorlar kendini.
Önce komünistler, sonra sosyalistler, ardından da solcular, sendikacılar, demokratlar derken… Artık Hitler yanlısı olmayan herkesin sorgusuz sualsiz alınıp götürülmeye başlandığı günlere gelinmiştir. Bizim sade vatandaş, aslında bir çeşit korku içinde yaşamaktadır, ama yine de “Artık uğraşacakları kimse kalmadı, kendilerine karşı olan herkesi alıp götürdüler.” diye düşünerek, bir şekilde kendisini rahatlatmaya çalışmaktadır.
Bir gün, hiç beklemediği bir anda kapısı çalınır. Açıp baktığında, karşısında
SS subaylarını bulur. Ne için geldiklerini anlamıştır. Kendisini, götürürlerken “Durun, hayır, yanılıyorsunuz, ben sade bir vatandaşım.” diye itiraz etmeye çalışır. Ama dinletemez. Etrafına bakınıp komşularından kendisinin etliye sütlüye karışmayan, dürüst, namuslu ve sade bir vatandaş olduğuna tanıklık edip bu olaya itiraz edecek birilerinin çıkmasını bekler. Ama hiçbir yerden hiçbir ses çıkmaz. Artık vakit çok geçtir. Çünkü artık ses çıkaracak hiç kimse kalmamıştı.
Bu hikâye size hiç tanıdık geliyor mu?
Değerli okurlar! Sizde böyle yapabilirsiniz; olup biten her şeye göz yumup kulak tıkayıp ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesiyle yaşamınızı sürdürmeye devam edebilirsiniz. Ama bilin ki yaşam sadece gözlerinizin önünden kayıp geçmiyor, avucunuzun da içinden çekilip alınmaya çalışılıyor. Her gün üzerine bastığınız şu toprağın da ayağınızın altından çekilip alınmak istendiği gibi… Ya da şu soruları kendine sorabilirsiniz:
Yaşadığım gerçek hayat mı? Yoksa bir film mi izliyorum? “Filmse” izlediğim bu film hoşuma gidiyor mu? Hala sessizce bu filmi izlemek bir zulüm olmuyor mu?
"Gerçek hayat" sa ben bu hayatı mı seçtim? Bu hayata layık mıyım? Vicdan ve adaletin olmadığı bir dünyada yaşamak hoşuma gidiyor mu?
Aslında bu film de çoktan bitti sanırım. Ama bizler hala farkında değiliz. Adeta hayatı "bir film gibi" izlemek için sessiz ve kıpırtısız oturduğumuz koltuklarımızda uyuyakalmışız. İyi uykular hepinize, hepimize...
Ama şunu asla unutmamak lazım sanırım "Adalet herkese lazım".....
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.