Darbe Hukuku ve Toplumsal Bilinçaltı
13 Mayıs 2014 tarihinde Türkiye tarihinin en büyük maden faciası yaşandı. Ekmeğini taştan çıkaran 301 yiğit insan ebediyete uğurlandı. Bu acı tablo hepimizde büyük bir travmaya yol açtı. Olayın sebep ve sonuçları başlı başına tetkike muhtaç ama olaylar esnasında bu elim hadiseden kurtulup, gün ışığını gören bir madencinin sözleri hepimizi derinden sarstı… Ölümün soğuk nefesini hisseden bu madenci, ilkyardıma gelen bir ambulansın sedyesine uzanacağı sırada, etrafındaki otoriteye (devletin oradaki görünür yüzü olan hemşire ve bir hasta bakıcıya hitaben “çizmelerimi çıkarayım mı” sözleri ağzından dökülüverdi…
Ortadaki vakıa çok acıydı ama, bu madencinin sarf ettiği bu sözler ve bilinç altı, toplum hafızasının geçmişine dair derin izler taşıyordu…
Peki, bu madenciye bu şartlarda bile, bu sözleri söyleten saik neydi, bu haldeyken bile otoritenin (hemşire ve ya hasta bakıcı) rızasını alma ve ya otoriteyi kızdırmama saiki neyin karşılığıdır ve nasıl bir bilinçaltına hitap eder.
Aslında bu masum madencinin bu bilinçaltı, 150 yıllık maceramızın da kısa özeti gibidir. Bizler ve bizden daha öncekilerde “darbe kuşaklarıyız”. Her bir darbe bize, otoriteye kayıtsız şartsız teslim olmayı ve hangi şartlar altında olursa olsun, otoritenin büyük iradesine boyun eğmeyi, yaptığımız her harekette gizli ve ya açık otoritenin rızasını almayı öğütlemiştir. Öğütten anlamayan kişinin akıbeti de malumdur…
Yılların getirdiği bu birikim, işte böyle bir ortamda bile, sıradan bir madenciyi rahat bırakmıyor. Çünkü korku kültürü benliğimizi öylesine kuşatmış ki, kayıtsız şartsız haklı olduğumuz ve son derece insani bir tavırda bile, ansızın başını kaldırıveriyor bu illet. Ortaya çıkan manzara, her hal ve şart altında terbiye edilmeye çalışılan bir toplumun trajik ve acınacak halinin ibretlik yansımasıdır.
Toplum hafızasında bu denli derin yaralar açan bu darbelerin en büyüğünün sahipleri olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında, geçenlerde müebbet hapis cezası verildi. 12 Eylül 1980 de gerçekleştirilen bu darbe neticesinde; 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50 si asıldı, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı,30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurt dışına kaçtı, 171 kişinin işkenceden öldüğü belirlendi, 43 kişinin intihar ettiği bildirildi, koca bir topluma deli gömleği giydirildi. İşte bu madencinin, böyle bir ortamda dahi bu tepkiyi vermesi bu büyük ağabeylerin eserinin başarısıdır.
Peki topluma bu denli açılar yaşatan bu ekibe nasıl bir yaptırım uygulandı. Bu acıların üzerinden tam 34 yıl geçtikten sonra, temsili bir yargılama ile, darbenin fikir ve eylem babası olan bu iki zat hakkında müebbet hapis cezası verildi. Ne hazindir ki, toplum bunca acıyı anı anına yaşarken, bu adamlar hakkında verilen hüküm kendilerine okunduğunda, artık yüz yaşına yaklaşmış ve akıl sağlığı ve algıları bir çocuğun algı seviyesine düşmüştü. Hoş, bu adamların darbe yaptıkları tarihte de akıl ve algı düzeylerinin bir çocuktan farklı olmadığını ortaya çıkan sonuçlar açıkça göstermiştir.
Bu traji-komik durumun en hakiki müsebbiplerinden biride mevcut hukuk sistemidir. Düşünün ki yaptırımı müebbet hapis cezası olan bir eylem tamı tamına 34 yıl orta yerde durmuş, büyük oranda siyasi iradenin etkisi ile hukuk ancak harekete geçmiş ve bugünkü hükmü verebilmiştir. Hal böyle olunca, aslında hiçbir vakıanın diğerinden bağımsız olmadığını görürsünüz. Kim bilir belki de, bu hukuk sisteminin işleyişini bilen ve daha sonrada bu işleyişi kurumsal hale getiren darbenin sahipleri, bu sistemden cesaret aldılar. Gelin görün ki, kader yine hükmünü verdi. Yüzlerinde çocuksu bir tebessüm de oluştursa, bu kişilerin yüzlerine karşı müebbet hapis cezası tefhim edilebildi. Bu durum hukuk adına başarı mıdır, yoksa acınacak bir hal midir, varın bunun kararını da siz verin…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.