Ey İnsanoğlu! Sen kimsin, nereden geldin ve nereye gidiyorsun?
TARİHE YOLCULUK (196)
Ey İnsanoğlu! Sen kimsin, nereden geldin ve nereye gidiyorsun?
- Gelin yeryüzü halifeleri olarak insanın, insanımızın ve insanlığın şeytan tarafını değil de melek tarafını memnun edecek, sevindirecek eylemlerin altına imza atalım. Bu dünyaya niçin ve neden geldiğimizi hatırlayalım.
Arzın en şerefli varlığı olarak yaratılan ve yeryüzüne “halife” kılınan Âdemoğlu, iki terkibin bileşiminden meydana geliyor:
Ruh ve cesed.
Şairin dediği gibi: “Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız.”
Arabaların itici gücü nasıl motorsa, insanın itici gücü ve en önemli merkezi de ‘kalb’dir.
Vicdan denilen şey kalbdedir.
‘İman Tahtası’ da öyle.
Hazret-i Mevlâna, “insanın içine melek de şeytan da sığmıştır” der ve bu duruma son derece hayret eder.
Hayret edilecek bir yapıda yaratılan insandan Yaradan’ın beklediği ve istediği tek şey ise; kendisine kulluk ve ibadettir.
Yâni ‘kul’luk vazifesini yerine getirerek hür olmasıdır.
Zaten insan doğarken dünyaya hür olarak gelmiyor mu?
Onun özgürlüğünü kısıtlayan ve yok eden saikler ise, iki dünya arasındaki dengeyi iyi kuramamasıdır.
İnsanın bu dünyada en büyük düşmanı, Âdem’e secde etmeyerek Allah’ın emrine muhalefet eden ve “o topraktan yaratıldı” diyerek ukâlalık gösterisinde bulunan ‘şeytan’dır. İkinci düşmanı ise ‘nefs’.
Cennetten kovulan Şeytan, “O çamurdan, ben ateşten yaratıldım” diyerek Allah’a karşı üstünlük taslamak isteyince; Âdem ve sonradan yaratılan Havva ile ilk karşılaştıkları yerde, onları kandırmak suretiyle imtihan edilmek üzere yeryüzüne indirildiler.
Dünya denilen bu gezegende, topraktan yaratılan insan ile ateşten yaratılan şeytan, dünyaya indirildikleri andan itibaren aralarında müthiş ve büyük bir mücadeleye sahne olur.
Hz.İnsân’ın İblis ile mücadelesi veya mücahedesi insanlık tarihi kadar eskidir.
İnsanın içindeki melek tarafı ile şeytan tarafı devamlı mücadele halindedir.
Bazen melek tarafı galip gelir, bazen de şeytan tarafı.
Yeryüzündeki mücadele ise; Hak ve Bâtıl arasındadır.
Mutasavvıflar ve mürebbiyeler tarafından terbiye edilmeyen nefsi devamlı kandıran ise şeytan olmuştur. Bu insanda “şeytan tüyü var” denildiğinde biliniz ki, o insanın nefsanî arzuları, insanî istek ve arzularından daha üstün geldiği için şeytan tarafında konumunu belirlemiş demektir.
Biz bu tür varlıklara “insî şeytan” diyoruz.
Rabbim cümle Müslümanları insî ve cinsî görünen ve görünmeyen varlıkların şerrinden muhafaza buyursun.
Özellikle iki ayaklı şeytanların şerrinden…
İnsanlık adına elbette yapacağımız çok şeyler var. Âdemoğlu bu dünyaya boşuna gönderilmedi. “Bu dünya oyundan oynaştan ibarettir” buyuran Resûlü Ekrem Efendimiz, nasıl ki küçük cihaddan asıl Büyük Cihad’a giden yolu bize tarif edip gösterdiyse ve insanlığa “en güzel ahlâkı tamamlamak için” gönderildiyse; O (salat ve selam onun üzerine olsun)’nun nûrlu yolundan gitmek ve sosyal ve toplumsal davranışlarını örnek alarak ibret nazarıyla olaylara bakmak zorundayız.
Müslümanlar olarak insana, insanımıza ve insanlığa karşı çok büyük görevlerimiz olduğu bilinci içerisinde olursak; yeryüzünün halifeleri olarak misyonumuzu lâyık-ı veçhile yerine getiririz.
Bizim melek tarafımızdan çok şeytan tarafımızı; yâni o doymak bilmeyen ve devamlı isteklerde bulunan nefsimizi okşayan, nefsanî arzularımızı, şehvetimizi kamçılayan şeytan tarafımıza yönelik saldırılar ve kışkırtmalar, 21.Yüzyılda daha da artmıştır.
Şeytan artık hangi yola doğru yönümüzü çevirirsek çevirelim hep karşımıza çıkmaktadır.
Cenab-ı Hakk’a karşı vermiş olduğu sözünden hiç caymayan ve yolun ortasında bağdaş kurmak suretiyle Rabbimizin en mükemmel ve mükerrem biçimde yarattığı varlığı baştan çıkarmak için can atan, köşede bucakta ellerini ovuşturarak kıs kıs gülen bu şeytana ders vermenin zamanı geldi de geçiyor bile…
Gelin yeryüzü halifeleri olarak insanın, insanımızın ve insanlığın şeytan tarafını değil de melek tarafını memnun edecek, sevindirecek, güldürecek ve mutmain edecek şekilde işlerin ve eylemlerin altına imza atalım.
Bu dünyaya niçin ve neden geldiğimizi hatırlayalım.
“Ben kimim?”, “nereden geldim?” ve “nereye gidiyorum?” diyerek aslımıza dönelim.
Sormak, bilinmelidir ki ilmin yarısıdır.
İlimle mücehhez varlıklar olmaktan utanmayalım, sıkılmayalım ve aklımızla hareket ederek kalp motorunu (imanı) devamlı diri ve uyanık tutalım.
Varsın Allah’ım varsın…
Bir’sin Allah’ım Bir’sin…
Benim Rabbim, Bizim Rabbimiz; Seni sınırsızca övüyor ve çok seviyoruz Allah’ım!
Ve biliyoruz ki, Sen de bizi seviyorsun…
Çünkü; “Muhakkak ki Allah güzeldir, güzelliği sever!”
PAZARTESİ: Ülkü Devi Seyid Ahmed Arvasî ve Alperenler
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.