HARF İNKILABI’NA DAİR (4)
Nihayet 1 Teşrinisani (Kasım) 1928’de 1353 sıra numaralı kanun kabul edildi: Latin Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun. Kanunun birinci maddesi “Şimdiye kadar yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir.” Diyordu. On bir maddelik kanunun üçüncü maddesinde, fezleke ve ilâmlar ile tapu kayıtları, nüfus evlenme cüzdanları, askeri kimlikler gibi birtakım evrakın tanzimi için 1929 Haziranına kadar süre verildiği; bu tarihten sonraki tüm iş ve işlemlerin yeni Türk harfleriyle yapılacağı belirtilmiştir.
Bu değişiklikle beraber Türkler; Orhun, Uygur ve Arap harflerinden sonra Latin harflerini kabul etmiş oluyorlardı. Burada dikkati çeken bir husus, hem kanunda hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün beyanatlarında ‘Latin Alfabesi’ yerine ‘Latin esasından alınan Türk Alfabesi’ tabirinin kullanılmasıdır. Zannederim bu tasarrufun gerekçesi, eski alfabeye ilişkin olarak sıklıkla dile getirilen uyarlayarak değil, aynen kabul etme konusundaki eleştirilerdir. Atatürk, Harf İnkılâbına dair yaptığı bir konuşmada, değişikliği sebepleriyle birlikte şöyle izah etmişti:
“Aziz Arkadaşlarım!
Her şeyden evvel her inkişafın yapıtaşı olan meseleye temas etmek isterim. Her vasıtadan evvel büyük Türk Milletine onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol haricinde kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lazımdır. Türk Milleti cehaletten az bir emekle kısır yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Latin esasından alınan Türk alfabesidir.”
Aynı günlerde Başvekil İsmet İnönü’nün beyanatına bakalım:
“ Türk Harfleri Kanunu layihası üzerinde söyleyeceklerim açık ve kısadır. Reisicumhur hazretlerinin işaret buyurdukları gibi Türk harfleriyle Türk milleti yeni bir nur âlemine girecektir. Biz buna samimiyetle ve vicdani bir itimatla inanıyoruz. Tecrübelerimizle memleketin her tarafında yakından gördüğümüz Türk alfabesiyle bu milletin okuma yazma mücadelesine girmesi her tarafta büyük bir açılma, büyük bir kolaylık vermiştir.”
İnkılâptan evvel Latin harflerine muarız olduğunu bildiğimiz İsmet Paşa, kanunun neşrinden itibaren Atatürk’ e karşı tam bir sadakatle yeni harfleri savunmuştur. O günlerde ve sonraki zamanlarda birçok kimsenin döneklik olarak nitelendirdiği bu tavır esasında gayet tabi karşılanmalıdır. Türk-İslam örfünde istişare emirden öncedir. Emir sonrasında astlara düşen emri uygulamaktır. İsmet Paşa’nın asıl tartışılması gereken tavrı, yıllar sonra hatıralarında öne sürdüğü fikirlerdir. Dikkat edilirse inkılâbın ilk günlerinde gerek Atatürk gerekse İsmet İnönü, alfabe değişikliğini okuma- yazmada sağladığı kolaylık yönüyle ele almışlardır. İsmet Paşa’nın hatıralarındaki şu satırlar ise o günün düşüncelerinden hayli farklıdır:
“Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. (…) Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.”
Şimdi, inkılabın yapıldığı tarihten beş ay öncesine gidelim. Atatürk, 1928 yılı Haziranında Ankara’da bir komisyon kurulması talimatı veriyor. Komisyon başkanı Maarif Vekili Mustafa Necati’dir. Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı eserinde, kendisinin de bir an evvel Ankara’ya gidip katılması için görevlendirildiğinden bahsettiği komisyonun diğer üyeleri ise Müsteşar Mehmet Emin Erişirgil, Talim ve Terbiye Dairesi Reisi İhsan Sungu, Ruşen Eşref Ünaydın, Profesör Ragıp Hulusi, Ahmet Cevat Emre ve İbrahim Grandi’dir. Komisyon, yeni harflerin Türkçeye nasıl tatbik edileceği konusunda hayli çalışmadan sonra Gazi’ye bir rapor sunar. Devamını müşahidinden, Falih Rıfkı Atay’dan dinleyelim:
“Atatürk bana sordu:
-Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?
-Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletli iki teklif var, dedim. Teklif sahiplerine göre ilk devirleri iki yazı bir arada öğretilecektir. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardır. Daireler ve yüksek mektepler için de tedrici bazı usuller düşünülmüştür.
Yüzüme baktı:
-Bu ya üç ayda olur, ya hiç olmaz, dedi.”
Atatürk’ün bu cezri/radikal tavrı acelecilikten değil, daha önce Enver Paşa’nın başına gelenleri tekrar yaşamamak içindi. Enver Paşa, bir ara ordu içinde harflerin harekeyle ve ayrı ayrı yazılmasına dayanan bir yazı geliştirmişti. Araya giren savaşlar dolayısıyla uygulama imkânı bulunamayan bu metot zamanla unutulmuştu. Yeni harflerin tedrici olarak kabul edilmesini bu yüzden istememişti.
Hakikat şu ki, yazı bir alışkanlık meselesidir. Çoğu zaman imla kurallarını düşünmeden yazarız. Yazının bu tarafı tarihî oluşuyla ilgilidir. Gözümüz cümleyi, kelimeyi hatta harfleri birer resim olarak kaydeder. Tarihî olanın bir anda değişmesi ise zordur. Harf İnkılabı bu yüzden en çok o günlerde orta yaş ve üstünü tedirgin etmiştir. Okula yeni başlayan talebenin yeni harflere uyum sağlaması kolayken, pek çok yetişkin yeni yazıya uyum gösterememiş, birçoğu hayatının sonuna kadar şahsi evraklarında yine eski yazıyı kullanmıştır. Bu yazı dizisinin muayyen yerlerinde birkaç defa belirttiğim gibi biz ilk defa alfabe değiştirmiş değildik. O gün için alfabenin değişmesine gösterilen tepkileri bu bağlamda mazur görmek gerekir. Fuad Köprülü’nün Uygur yazısından Arap yazısına geçtiğimizde eski yazının uzun yıllar direndiği ve yaşamaya devam ettiği yönündeki tarihi tespitini hatırlayalım. Bu yönüyle Harf İnkılâbı, diğerlerine göre tatbikinde en çok zorlanılan inkılâp olmuştur. İnsan bir günde başına şapka takmayı öğrenebilirdi, fakat bir günde yazıya alışamazdı. Millet Mektepleri fikri de bu amaçla, yeni harflerin isteyen herkese öğretilmesi ihtiyacından doğmuştu.
İnkılâbın sonrasına ait gelişmelerle ilgili pek çok kitap yazılmış, lehte ve aleyhte pek çok fikir beyan edilmiştir. Başta da söylediğim gibi bu konular üzerinde yeni bir tartışmanın gereksiz olduğu kanaatindeyim. Üzerinden doksan sene geçmiş bir uygulama ile ilgili bugün başka şeyleri konuşmalıyız. Günümüzde Harf İnkılâbından yana olmak ya da karşı olmak kutuplaşmasından kurtulmalı ve Türkçeye hizmet yolunda ne yapabiliriz diye düşünmeliyiz. “Dedemin mezar taşını okuyamıyorum” diyene de “Bu kargacık burgacık harflerden iyi ki kurtulduk” diyene de tavsiyem; şikâyeti, mızmızlanmayı bırakıp okuyarak, araştırarak anlamaya çalışmalarıdır. Eski harflerin öğrenilmesi ile ilgili engeller ortadan kaldırılmıştır. Konya özelinde söylemek gerekirse okumak isteyene İl Halk Kütüphanesi de Yusuf Ağa Kütüphanesi de açıktır. Her iki alfabe de bizimdir. Asıl olan dildir, Türkçedir.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.