İki arada bir derede
Ayrıntılı ve girift, uzun metinlere ve sözlere odaklanmanın dibe vurduğu bir çağda edebi türler içinde şiirin daha bir önem kazanması, şiire daha çok ilgi duyulması gerekiyor basit bir mantık hesabıyla. Oysaki şiirin ileriye mi geriye mi gittiğini, şiir kitaplarının yeterince satmadığını, şiir kitaplarının yayınevi programlarında daha az yer almaya başladığını tartışıyoruz. Bu ne yaman çelişki! Manzara oldukça ilginç ve üzerinde hassasiyetle düşünülmesi gerek.
Günümüz şiirinde gözüme ilk çarpan hususiyet hemen hemen tüm genç şairlerin doğal olarak yeni teknikler denemeleri yanında, kanonlaşma gibi büyük iddialarla büyük iş başardıklarını, öncekilere hiç benzemeyen yepyeni bir şiire yelken açtıklarını ilân etmeleri, enerjilerini daha çok kendini savunma ve içi bir türlü dolmayan büyük iddialara harcadıkları. Osman Özbahçe’den mülhem şiir okumanın unutulup bir kenara itildiği, yazma arzusunun öne çıktığı, şairlerin pek çoğunun dahi diğer şairlerin şiir kitaplarını okumadıklarını öne sürebiliriz. Böyle olmasaydı şiir kitapları ve dergilerinin satışı böyle mi olurdu?
GELENEKSEL ŞİİRE VEDA
Geleneksel şiirin günümüzde bambaşka bir hüviyete büründüğünü, resimler ve şekiller, karmakarışık kelime/kavram ve şekiller üzerinden denemelerin yapıldığını gözlemliyoruz. Batıdan alınan ve Batıya özgü denemelerin/düşüncelerin hoyratça ülkemize taşındığını, Batı şiirinin körü körüne taklit edildiğini de düşünüyorum. Neden böyle diyorum, çünkü nasıl bir şiir ortaya koyduklarını, neyi ne şekilde ifade ettiklerini, amaçlarını en azından adam akıllı izah ederler ve benim gibi şiir okurlarını ikna ederlerdi. Ben böyle bir çaba da, istek de görmüyorum. Kaç şairin kaç dizesini ezbere ön plâna çıkarabiliyorlar, kaçı akılda kalıcı, çarpıcı?
Hükümlerim elbette tüm şairler için geçerli değil. Bazı genç şairlerin uzun ve serbest şekilde fikri de önceleyen şiirleri bakış açımın çok daha farklı kanallara ilgi duyabileceğini fark ettirdi. Daha önceleri kafiyeli, ölçülü ve ahenkli şiirleri tek geçerim derken bunları da beğenerek okuduğumu öğrendim.
Şiirimizin bugünkü halini almasında, olumlu numunelerin çoğalmasında ve dahi poetikasının atılım içinde olmasında Osman Özbahçe ağabeyin ve yönettiği Ebabil Yayınları’nın, Osman Çakmakçı’nın çok ama çok büyük emekleri var.
Günümüz şiirinin benim penceremden güzide şairlerini anarken bir endişemden de bahsetmeliyim... Benim şairlerimin belli çizgileri, tavırları ve yaklaşımları var. Gerçekten çok bilgili ve çalışkan bir edebiyatçı olduğuna inandığım Hakan Arslanbenzer’in anlam veremediğim bazı sosyal medya paylaşımları, dikkat çekmek ve daha çok like almak adına yaptığını düşündüğüm garip tutum ve davranışları kafamdaki Arslanbenzer imajını nasıl da yaralamıştı!. İnşallah onlar gibi olmazlar benim şairlerim…
Şiirle ilgili bir yazıyı şiirle bitirmek en doğrusu; Atakan Yavuz’un ‘Sabah Bulantısı’ndan bir bölümle…
“önce ayaklarımı çıkarıyorum uykudan
bir piyanoyla kutlu ayaklarımı
ağzımı giyiniyorum sonra, yani yaşamaktaki
sesimi, parmak uçlarımı
sözünü kesiyorum geveze bir çağlayanın
ki gök ağdıramıyor benim maviliğimi
yani kirli ayaklarda bir piyanoyu çalmanın
kuşlar,
büyüyen karnını okşuyorlar sabahın
ne tuhaf herkesin bir kucak odunu
alıp koşması kendi yangınına
bir de hiç unutmuyorum
şu bütün tersanelerine girilmiş kadını
o hep serinlik çıkınca giderdi sesini çapalar
otların dükkan açtığı yere kadar
gider morluklar, bağırtılar katardı sesine.
(…) ey durmadan borçlu çıktığım güzel gözlü çocuk
hâlâ kalabalık mı gözlerinin çarşısı
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.