Yusuf Alpaslan Özdemir

Yusuf Alpaslan Özdemir

Gerçeklerle yüzleşmek

Gerçeklerle yüzleşmek


Topyekün mücadele, birlik ve beraberlik getiren konularda dahi bir kısım yayın organlarının bir araya gelememesi, ortak sevinç, üzüntü birlikteliklerimizin yitirilmesi oldukça hazin, bir o kadar da düşündürücü.
Misal; Oksijen gazetesinin 4-10 Ekim 2024 tarihli nüshasında Ali Tufan Koç ve Elçin Poyrazlar isimli iki yazıcı New York Belediye Başkanı Eric Adams odaklı haber analiz yazılarında perdelemeye çalışsalar da Türkevi’mizin vücut bulmasına epey içerlemişler.
Ülkemizi Batı’ya doğru şekilde anlatmamıza kapı aralayacak bu yapının varolması ne güzel bir iş ve başarı. Kolaylık gösteren belediye başkanını çeşitli dedikodu ve ispatsız desteksiz atıp tutmalarla suçlu göstermeye çalışmak, yapının da gayesine gölge düşürüyor. Sevinmek daha kolay ve doğru değil mi?
Oksijen üzerinden pek çok gazete ve köşe yazarı için aynı cümleleri kurabilirim.
&&&
Edebiyata ve edebiyat dergilerine harbi sevgi; yapıcı eleştiri ve önerilerde bulunmayı da gerektirir.
Genel olarak dergileri değerlendirdiğimizde özgün ve belli amaçlara dönük, fayda esaslı, yenilikçi yazıların az olduğunu, adeta bir yığıntı gibi kes yapıştır tarzı metinlerin arz-ı endam ettiğini görürüz. Belli bazı yazarların hemen her türde akıllarına gelen her şeyi okurun üstüne boca ettiği bir meydan. ‘Nasıl bir boşluğu dolduruyor, yeni neyi öğretiyor, önemli neyi hatırlatıyor, okurun okuduğuna, zamanını verdiğine değiyor mu’ demeden çalakalem yazılmış çizgiler topluluğu. Bu meydanda eleştirmek de eleştirilmek de yasak adeta; karşılığında yıllardır kaleme alınmış onca metin, eser, geniş bir çevre, kıskançlık suçlamaları ile karşılaşır, özenle saklanan kibir ve tevazu boca ediliverir söyleyenin üstüne. Temizle dur!..
“Çok yerde görünmenin, değişik türlerde yazmanın, çeşitli deney ve teknikler arayışında olmanın ne mahzuru var, üstelik yazmayan ve okumayan bir toplumda önemli fedakârlıklarda bulunuyorlar, niye bunu eleştiriyorsun?” diye sorabilirsiniz. Cevabım; aynı konularda aynı şeyleri yazıp durmak, üstelik kuru ve yavan bir dile gayri samimi yazılar dayatmak, meselelerin içini boşaltmak, sıradanlaştırmak ve bıkkınlık yaratmak kötü bir şey de ondan. Çeşitli hesap, taktik ve karşılıklı bahsetme pazarlıkları ile yazılanlar ruhlardaki boşluğu doldurmaya, edebi zevk almaya da mani anlayacağınız. Sadece okumayanı suçlamamak gerek, iğneyi kendine de batırmalı insan.
Haddizatında bir kalem işçisi, hatta bir eleştirmen, çevresinin genişliği, çok dostu olmasıyla övünüyorsa bu işte zaten bir terslik vardır. Övgü yarışını gören olağanüstü bir edebiyat ortamı, harikulade yazı ve yazıcılar var sanır. Tiraj ve satış rakamları ise gerçeği fâş ediyor. Hasılı vel-kelâm bu kandırmacanın ve maskeli tiyatronun kimseye hayrı yok, olacağı da yok.
Bu halis niyetlerle yazıyor (d) um ‘Eleştiri Notları’mı. Ortam da, muktedirler de hazır değilmiş bazı gerçeklere, putları yıkmaya.
Amma velâkin yolun sonuna gelinmiş görünüyor. Karşı cenahta taşlar yerli yerinde ve ağır, ama bu tarafta yılların dergisini (Dergâh) hazin bir finale taşıyan/lardan ders alınmamış ki, başka büyük ve kadim bir dergimiz de aynı suç ortaklarını dergilerine misafir ediyorlar. Yahya Kemallerin, Kaplanların dergisi kapıya kilit vurdu, sen de mi bu acı sonun peşindesin?
Bu aymazlığın adı çok renklilik, düşünceye saygı, tarafsızlık vd. olamaz; olsa olsa ilkesizlik olur, artistlik olur, eziklik olur. Kaçınılmaz sona kapı aralarsan, ikazlara rağmen devam edersen dergim satılmıyor diye ağlamayacaksın!!!
Burada anlatmaya çalıştığım yayın ve tavırlarla alâkası olmayan, en hafif tabirle biraz çekingen bir tavır takınan bir dergimizle alâkalı iki küçük parantez açmam gerek. İlki şu; yazıdaki asıl derdimin anlaşılması, ana mesajdan uzaklaşmak istemediğimden isimleri vermedim. Sıkı okurlar bunları tahmin edecektir. Merak edenlerden bu konuda bir şey yapabilecek kişiliğe, olgunluğa ve niteliğe sahip olanlara her türlü yardımı yapmaya hazırım, karınca kararınca.
İkincisi ise; ‘Eleştiri Notları’mın yayınlan(a)mayan kısımlarını aşağıda okuyabilirsiniz. Cesur editör ve yöneticilerle bu notlar ilerde devam edecektir, yahut sosyal medya hesaplarım ne güne duruyor?
Üç yazıda da adını gizlediğim kadim ve nitelikli dergilerimizden birinde düzenli olarak her ay yayınlanan ‘Eleştiri Notları’ma üç farklı sayıda üç kısa ara yazı girmedi. Neticede eleştiri notlarına veda etmekten başka çare kalmadı.
Üç yazıyı da dergiye gönderdiğim halleriyle, sadece yayımlandığı derginin adının geçtiği yerleri ve dipnotları kırparak aynen yayınlıyorum.
Yaşasın Türk Edebiyatı, yaşasın Türk edebiyatı dergileri…

DİL VE ERİŞ

(…)Mahir Ünsal Eriş’in ‘Gaip’ ve ‘Acaip’ adlı son çıkan romanlarını değerlendirdiğim yazımda Ünsal’ın kelime tercihleri, dil, anlatım ve üslûbu yetersiz kalınca olay örgüsüne, yaslanmasının/ yoğunlaşmasının elinde kalan tek silah olduğunu öne çıkarmıştım, hatırlarsanız.
Eriş, “Babil Kulesi Kitabı” adını verdiği kelime etimolojisi merkezli yeni kitabının PR çalışmasına katkı olması hasebiyle de Türkçemiz hakkında ‘Türkçe harika bir edebiyat dilidir’ şeklinde yerinde ifadeler kullanıyor ama benim yargımı doğrular şekilde de Notos’un mart sayısındaki altı sayfalık söyleşisinde spotta bir itirafı aktarılıyor: “Benim için önemli olan anlatmak istediğim hikâyedir genelde. Hikâye öyle öne geçer ki kendi karakterini ve dilsel üslûbunu (!) dayatır gibi hissediyorum. Bu da bende genelde kendiliğinden olur.” (‘Türkçe harika bir edebiyat dilidir’, Semih Gümüş- M.Ünsal Eriş söyleşisi, Notos, Ocak-Mart 2024, sayı: 99, sf: 72-77)
Babil Kulesi Kitabı mı? Dilin önemi, tesiri ve neler yapabileceğini tam olarak anla(ya)mayan ve yüreğinde hisset(de)meyen bir yazar, ne derece tesirli etimoloji kitabı yazabilirse öyle bir kitap olmuş diyebilirim (Kafka Kitap, Ağustos 2023).

HAYDAR ERGÜLEN VE ŞÜREKASI

Haftalık Oksijen gazetesinin kültür sanat eki O2’nin 5-11 Temmuz tarihli nüshasında 2024 yılının başından bu yana beş yeni kitaba imza atması münasebetiyle Haydar Ergülen’le yapılmış tam sayfa bir söyleşiye yer verildi.
Röportajın girişinde yeni kitapları ve günümüz şiirine dair mülâhazalarını aktaran Ergülen, daha sonra beklendiği üzere devrim, sosyalizm, gericilik gibi sürekli tekrarlana gelen, rutinleşmiş ve içi boşaltılmış meselelere dair alışılagelmiş fikirlerini sıralamış. Özetle; “12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye’de de tek adamlılık, neredeyse sultanlık dönemi başlamış, sağcı, gerici, ırkçı, İslâmcı vs. hükümetler vd. sosyalist hareketlere vurduğu darbelerle her şeyi kaderciliğe terk etmiş, ahiret kaygısıyla beka kaygısı birleşince de güvenlikçi ve kendilerince öbür dünya için garantici bir anlayış egemen olmuş.” diyen Ergülen, malûm güruhun mümessilleri kadar kinci ve nefret dolu bir tutuma sahip olmasa da, sağ-sol ayrımı yapmadan her iki dünyanın süreli yayınlarında görünse de kafa olarak benzer yapıda olduğunu ispatlıyor.
Nasıl bir kafa bu? Zihniyetlerini ana hatlarıyla özetlemeye çalışayım: Cumhuriyetin ilk yıllarında tek adamlık, sultanlık, yöneticilerin saraylarda yaşaması gibi şeyler yoktu, şimdi var. Ahirete inanan, kaderci bir anlayışa teslim olmak uygar(!) dünya insanına yakışmaz, bu türden insanlar acınası ve cahil zavallılardır. Siyasi iktidar karşı cenahta olsa da kültürel iktidar solcu/seküler dünyadadır. Sağ kesimin yazar ve şairleri isteseler de bizim gibi edebiyat yapamazlar; çünkü alkolden, kadın ve cinsellikten, feminizmden, cinsiyet eşitliği gibi hazcı ve özgürlükçü(!) konulardan bizim gibi bahse(de-t)meyecekleri için yazdıkları ilgi çekmeyecek, sıkıcı ve banal olacak. Her ne kadar karşı camiada olsalar da bizim aramızda, yayınlarımızda yer almaya can atarlar. Çıkardıkları kitap ekleri ve dergilerinde nitelik yoksunluğundan bahse değer numune bulamadıkları için kendi dünyalarının kitaplarından çok bizimkilere yer verirler. Kitleleri okumazlar, araştırmazlar, yandaş ve holigan yapıda olduklarından yenilenmeleri ve etkilenmeleri imkân dahilinde değildir. Bundan mütevellit kendi kadim dergilerine ve yazarlarına dahi sahip çıkmazlar. Bizim kesim her şeye rağmen birlik beraberlik içinde hareket ederlerken, sağ kesim kendi içinde didişir dururlar. Antoloji ve inceleme kitaplarımızda kendi yazar ve şairlerine yer verilmemesine sitem ederler ama konuşmaya değer bir isimleri var mıdır ki? İnandıkları din gelişmeye muhalif, kuralları ve değerleri eskimiş, yani tarihe karışmış (haşa!) vs. vs.
Maddeleri daha da uzatabilirim zorlanmadan, bu kadarla iktifa edeyim; kafa yapılarının anlaşıldığını düşünüyorum.
Murat Belge vs. gibi anlı şanlı yazarlarının tuğla gibi İkinci Yeniyi anlatan kitaplarında Sezai Karakoç’un adını dahi anmamaları, Karakoç ve Özel’in hayatta olduğu bir çağda ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ misali sözde ehil isimler jürisi oluşturarak ve ‘yaşayan en büyük Türk şairi’ olarak kendi dünyalarından Hilmi Yavuz, Haydar Ergülen gibi isimleri dayatmaları, hiçbir ünsiyetleri olmadığı halde din ve milliyetçilik bilgiçliğine soyunarak akıl verme cüretinde bulunmaları gibi hezeyanlarına da cevap vermeye lüzum görmüyorum; çünkü biliyorum ki ikna edilmeleri, değişmeleri deveye hendek atlatmaktan daha zor. Sanırım ancak ölünce anlayacaklar yanılgılarını, arızalı inanç ve düşüncelerini.
Kendi kafalarına göre ‘en’ şeklinde hükümler vererek aslında oldukça kıymetli isimlere de zarar verdiklerinin farkında olduklarını düşünmüyorum. Böyle bir nitelendirmeden eminim ki ne Hilmi Yavuz’un, ne de Haydar Ergülen’in haberi olmuştur ve de memnun olmuşlardır. Şu kural tanımayan, para kazanma yolunda her şeyi mübah sayan kapitalist kafa yok mu, heyhat!
Çıkaracağımız en sağlam netice şu olacaktır kanaatindeyim: Herkes istediğini düşünmekte ve inandığı gibi yaşamakta özgürdür. Ebedi hesap gününde görülecek mahkemenin ve hükümlerin bu dünyada yeri olamaz. Herkes kendinden sorumludur. Fakat bu özgürlüğün sınırı başkasının sınırlarına temas etmeden ve her türlü kutsala saygı duyarak mümkün olacaktır. Siz birilerinin değer yargılarına ket vuracak, müdahale edecek olursanız aynı seviyede bir tepki almanız kaçınılmaz olacaktır. İstenmeyen şekilde davranır, lâflar ederseniz, istemediğiniz sözler duyarsınız. Bu, tabiatın kanunudur.

GÖRMEZDEN GELMEK

Edebiyatta taşra/ İstanbul meselesinin bir diğer boyutu görmezden gelme konusu. Usta hikâyecimiz ve türün emekçilerinden rahmetli Recep Seyhan’ın hikâye türünde kendini zorla otorite kabul ettirmeye çalışan tanınmış bir kalem olan Necip Tosun’un kendini görmezden gelmesini, kitapları hususunda konuşma imkânı dahi bulamamasını, adresine gönderdiği kitaplarla söz verdiği halde ilgilenmemesi nev’inden sitemlerini birkaç yazardan daha işitmiştim. Kıymetli bir eleştirmen olan Mehmet Erdoğan’ın Kopernik Kitap’tan çıkan ve müellifin 36 yıl boyunca deneme-eleştiri türünde kaleme aldığı yazıları ile söyleşilerini bir araya getiren Edebiyat ve Eleştiri Yazıları / Toplu Yazılar’ ı bu konuda ilgi çekici başka bilgiler veriyor, çıkarımlarda bulunuyor. İsmet Özel, Rasim Özdenören ve birkaç mühim isim hakkında cesur yorumlar aktaran kitapta, pek çok kalemin söylemeye çekindiği sıradışı hükümleri örnekler yardımıyla okuyucunun dikkatine sunuyor. Eser aynı zamanda ‘edebiyatımızın son 100-150 yılına içeriden bir bakış sunma amacı’ taşıması cihetiyle de oldukça kıymetli.
Mehmet Erdoğan’ın şiir ve şairler, hikâye/ hikâyeciler, eleştiri ve eleştirmenler üzerine yazıları, muhtelif konulardaki yazıları ve son olarak kendisiyle yapılan söyleşilerden mürekkep eserinde, çoğu kez ilişkileri geliştirmek ya da genişletmek, yeni ilişkiler kurmak veya ilişkisizlik sebebiyle karşısındakini cezalandırmak saikiyle yazıp çizdiğini söylediği Necip Tosun’la ilgili bazı satırların özellikle altını çizerek yazımı bitireyim: “Bunca birikim ve tecrübesine rağmen Necip Tosun’un yazılarında ciddi bir iddiayı seslendirdiğini, bir tezi ısrarla savunduğunu, bir görüşün taraftarı olduğunu ve bazı görüşlerin karşısında yer aldığını göremeyiz. Bu anlamda yazıları bir hüküm ihtiva etmez.(…) Ait olduğu dünyaya karşı mesafeli duruşu ve yeni nesil sol edebiyat çevrelerine karşı zaafı ve toleransı gizlenmeyecek boyutlardadır. Dolayısıyla yazarlık ilke ve ahlakından uzak bir tutum içindedir. (Necip Tosun) arayışları olmayan bir hikâyeci ve meselesi olmayan bir yazardır”
Aynı yazıda akademisyen Alaattin Karaca da Erdoğan’ın eleştirilerinden nasibini alır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Alpaslan Özdemir Arşivi
SON YAZILAR