İnsanlık, İslâm’ın barış ve adâletine muhtaç
- Neden şiddet, kan, gözyaşı ve üçüncü dünya savaşının ayak sesleri; Türk-İslâm coğrafyasında ve özellikle Müslüman toplumlar ile halkların yaşadığı topraklar üzerinde duyulmakta, görülmekte ve çıkarılmaktadır?..
Yüce Dinîmiz İslâm’ın cihâd anlayışı ile lüzûmlu şartlarını da âyetler ortaya koymaktadır. Ne istismar edildiği gibi, “al kılıcı eline, önüne geleni kes” mânâsında olur, ne de İslâm’ı insanlara zorla kabul ettirmektir. Cihâdın gayesi İlâ-yı Kelimetûllah olup, Hak ve adâleti hâkim kılmaktır. Bunlardan öte gayr-i müslimlerin bile din hürriyetini sağlamaktır. Zira İslâm adâletle yardımlaşma, emniyet ve güvenin yaygınlaşması, kan dökülmesinin önlenmesi, haramların ihlal edilmesinin önlenmesi yolunda her millet ve din mensuplarına musafaha elini uzatmakta bir an olsun geri durmamıştır.
İslâm, emri altındaki gayr-i mislim tebaaya yumuşaklık, tatlılık ile muamelede bulunma konusunda ısrarlıdır. Onlara güzel muâmeleyi ve adâletli davranmayı tavsiye eder. Nitekim Hz. Peygamber’den şu hadis rivayet edilmiştir: “Kim bir muâhede (anlaşmalı gayr-i müslime) zulmeder veya gücü üstünde yük yüklerse ben onun müdâfisiyim.” Hz. Ebu Bekir de: “Allah’ın zimmet ehlinden hiç kimseyi kesinlikle öldürme. Aksi takdirde senden sonsuz zimmetini talep eder de yüzünün üstünde cehennemine kaparlar” buyurmuştur.
Kaynaklar İslâm orduları Şam ülkelerini fethetme tehdidine başladığı sıralarda yine Hz. Ebu Bekir’in şu hitapta bulunduğunu naklederler:
“Müsle yapmayınız! Hiçbir küçük çocuğu, yaşlıyı, kadını öldürmeyiniz! Hiçbir hurma ağacını kesmeyiniz, yeme ihtiyacı dışında hiçbir koyunu, sığırı ve deveyi de boğazlamayınız! Siz kiliselerinde ve havralarında kendilerini ibadete vermiş birtakım topluluklarla karşılaşacaksınız, onları kendileri ile başbaşa bırakın dokunmayın! İçinde çeşit çeşit yemekler bulunan kapları size getiren bazı gruplara da uğrayacaksınız, şayet bu yemeklerden yerseniz, besmele çekerek yiyin.”
Bunlara tarihten pek çok misâl verilebilir. Bütün bu hadiseler gösteriyor ki, dünyada birbirine en uzak birkaç kelime varsa bunlardan ilk sıradaki kelimelerden ikisi “İslâm” ve “Şiddet” kelimeleridir. 11 Eylül’den bu tarafa hususiyetle belli güç odaklarının ortaya koyup senaryolaştırdıkları olayların görüntüsü altına ısrarlı bir şekilde yerleştirmek istedikleri “İslâm=fanatizm” formülleri bizatihi din aleyhtarlığı, hatta düşmanlığından kaynaklanan “din karşıtı şiddetin” bir tezahürüdür. Temeli, barış, sulh, sükûn, esenlik gibi anlamlara dayanan bizzat İslâm dinidir. Yirmi birinci yüzyılda görülen o ki, din ve mezhep savaşlarının, din kaygısından ziyade, din politikacılarının siyasî ve ekonomik menfaatlerine dayandırılmak istendiğine bütün insanlık şahit olmaktadır.
Burada sorgulanması gereken husus şudur:
Neden şiddet, kan, gözyaşı ve üçüncü dünya savaşının ayak sesleri; Türk-İslâm coğrafyasında ve özellikle Müslüman toplumlar ile halkların yaşadığı topraklar üzerinde duyulmakta, görülmekte ve çıkarılmaktadır?..
Mütemadiyen, sanki önceden planlanmış ve programlanmış stratejik bir şekilde tatbikata konulmuş gibi İslâm’a; “terör” ve onun Yüce Peygamberine çeşitli hakaretler ve kınayıcı sözler ile Allah katında tek Hak din olan İslâm’ın müntesiplerine neden “terörist” muamelesi yapmaktadırlar.. Batılılar tarafından hiç de hak etmedikleri(!) bir zulme, şiddet sarmalına ve gadre uğratılmaktadırlar?..
İslâm coğrafyasına bir bakınız; her tarafta ölüm, kan, şiddet, zulüm kol geziyor. Her gün bir bomba patlıyor.. bedenler parça parça olmuş halde hüzün, gözyaşı, dert, tasa ve ıstıraplar dalga dalga üzerimize doğru geliyor. Tsunami etkisiyle kapitalizm, materyalizm ve sekülerizmin pençesinde adetâ can çekişmekteler..
MÜSLÜMANLAR VE “ORTA YOLU” BULMAK…
Hz. Peygamber, Müslüman toplumlarına daima itidali ve dengeyi tavsiye ederken, ibadette, ahlâkta, fiiliyatta, düşüncede vs. aklımıza gelebilen her konuda “orta yolu” gösterirken bizler; neden “orta bir ümmet” haline gelemiyoruz?
“Gerçekte her şeyin ortası en hayırlısıdır. İfrâd ve tefrîd istenmeyen kınanan şeylerdir. Bundan hareketle ve “orta yolu” tutan mü’minler, Yahudiler gibi dinlerinde kusurlu davranmazlar: -zira onlar nebilerini öldürdüler, Allah’ın kitabını değiştirdiler- Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia eden Hıristiyanlar gibi aşırı da gitmezler” uyarısının muhatapları olarak seçilmiş, cihanşûmül (evrensel) bazı görevleri de yüklenen Müslümanlar, bu özel ve seçilmiş göreve de şu âyetle işaret ediliyor:
“Ey Muhammed ümmeti! Dininiz sayesinde siz, insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Çünkü iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah’a hakkıyla inanırsınız.” (Âl-i İmrân/110)
“KINAYANLAR KÖPEKLERE BENZERLER”
Gelin burada, Peygamber Efendimiz’in “yolunun tozu ve toprağı” olan Muhammed Celâleddîn Rûmî’ye kulak verelim:
“Dolunay, gökyüzünde geceleri yürür.. Köpeklerin yüzünden yürüyüşünü bırakmaz.
Kınayanlar, senin dolunayına karşı köpeklere benzerler.. Sana karşı ürür dururlar!”
Hz. Mevlâna, doğru yolu gösteren Hz. Peygamber’e Mesnevî’sinde şöyle sesleniyor:
“Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin, hidâyet rehberisin.. Âhir zamanın yasına neş’esin sen!”
YARIN: “Mevlâna ve Mesnevî Gözüyle Peygamber Efendimiz”
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.