İstemek Üzerine
“Günümüz yaşantılarının tümünde aynı çığlık yankılanıyor; istiyorum, istiyorum, istiyorum!”
Kaz, tavus kuşu, kuzgun ve horoz…
Amerika’da telefon görüşmeleriyle ilgili bir araştırmada insanların beş yüz görüşmede yaklaşık olarak bin dokuz yüz kez ‘ben’ kelimesini kullandıkları saptanmıştı. Var olmayı sürdürmek isteyen her insan, yaşama amacı olarak bir takım seçimler yapar ve bu sayede aslında kendi varlığını onurlandırmış olur. “İnsanlar binalar yaparlar ancak hiçbir zaman amaç binayı bitirmek değildir.” der Dostoyevski. Belki de giderek yükselen katlar da hayatta daha uzun süreli bir uğraş bulma arzusudur.
Tüm bunlar bizi şuraya götürüyor aslında, var olmanın gerekliliği hayatta hep bir amaca hizmet etmek ve bir şeyler istemek. Yani nefes almak = istemek paradoksu çıkıyor karşımıza. İyi bir lisede okumayı istemek, sınavlarda en yüksek sonuca ulaşmayı istemek, iyi bir evlilik, afili bir araba… Sürekli olarak kısa ve uzun vadeli isteklerimiz var hayatta. Ancak bu isteklerin ticari amaçlarla manipülasyona uğradığı ve dolayısıyla insanların sınır tanımayan bir arzu etme içgörüsüne tutulduğunu görüyoruz. Kişisel dünyalarımızı oluşturabildiğimiz dijital çağın, insanları daha çok istemeye yönlendirmesi; zengin olma, daha güzel görünme, performans artışı ve hatta ünlü olma imkanları insanların kendi ellerinde ve ona dokunabiliyorlar. Çocukken övgüye dayalı yetişen birey adayları aslında bu imajinal dünyaya çoktan razı olmuş durumdalar. Kimliklerimiz sadece iki renkten oluşuyor mesela ama sosyal networklerde profilimizi istediğimiz gibi tasarlama, fotoğraf ekleme ve değiştirme seçeneklerimiz var. Dolayısıyla onaylanma, sahte bir dünya yaratma ve orada mutlu olma durumu ‘artık internet hayatımızda değil, hayatımız internette’ sonucuna götürüyor insanları bilinçdışı olarak. İnanılmaz bir onaylanma arzusu, kısa yoldan zengin ve ünlü olma isteği…
“İnsanın en iyi dostu kendisidir.” anlayışı, narsistik bir kültürün doğuşuna ve bitmek tükenmek bilmeyen arzuların da körüklenmesine zemin hazırlamış oldu diğer bir pencereden.
İki temel motivasyondan söz eder psikologlar yaşamımızda var olan; hayatta kalma ve cinsellik!
İhtiyaçlarımızın fizyolojik ve sosyal olarak sınıflandırılmasını getirdik gözümüzün önüne; beslenme, uyuma ve barınmadan sonra üreme faaliyeti gösteren insan, bir diğer adımda kendisini ifade etme ve değer kazanma arayışları içine girerek sosyal anlamda kendisini yaratıyor. Ama günümüzde bu anlayış artık kabul görmüyor. Borç yığını içinde yüzen biri, zengin olma ve şöhret edinme isteğini hala sürdürebiliyor, çünkü buna çok elverişli bir sistem var. Bireysel krediler sahte zenginlikler elde etme, networklerimiz de kendi dünyamızın yıldızı olma şansı tanıyor. Hal böyle olunca birincil ihtiyaç, ikincil ihtiyaç olgusu hızla değişen dünyada hiçbir anlam ifade etmiyor. (Maslow’un da kemikleri sızlıyor.)
Benzersiz olmak, eşsizlik gibi kavramlar insanların kendilerini bir ürün gibi kişiselleştirip kendi markalarını oluşturmasına da neden olur. Bu yüzden de rekabet, daha fazlasını istemeye bu da tüketim kültürünün kazanmasına yol açar. Var olma sebebi olarak istemek, bu noktada raydan çıkar. Çünkü kişisel dünyaları insanlara birçok şeyle yüzleşmeme olanağı da sunar. Ölümsüzlük isteği de işin başka bir boyutu.
Son söz yine asırlar öncesinden, hikayelerle terapi eden Rumi’den:
Bu dört diri kuşun kes başlarını da ebedi olmayan halkı ebedileştir!
Bu kuşlar; kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur. Kaz hırs ve sahip olma isteğidir, horoz şehvet arzusu. Makam tavusa benzer; şöhret ve koltuk sevdalısıdır, kuzgunsa dileğe, ölümsüzlüğü istemeye.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.